25 Aralık 2008 Perşembe

Babam, Sandviç ve Ben

Bazen öyle duygular, öyle sözler, öyle hareketler vardır ki olmadık yerde ve zamanda ruhunuza dokunur. En eğlenceli, sinirli, aceleceli anımızda bile düğümlenir kalır boğazımızda bazı şeyler...

Babamın iş dönüşüydü, karşıladım kapıda onu ve yanaklarından öptüm.Elindeki sandviç ekmeklerini gösterdi ve "bak bunlardan yapıcam sabah kendime, sana da yapayım mı?" dedi, ben de o sandviç ekmeklerini çok sevdiğim için "olur" dedim.Her gün yatmaya yakın ertesi gün için o sandviçlerden yapıyor ve her seferinde bana "sana da yapıyorum" diyordu, ben de "tamam baba" diyordum.
Bazı sabahlar babamdan erken kalkarım ben ve genelde o, sabahları ben evden çıkmak üzereyken falan uyanır.Yine erken kalktığım sabahlardan biriydi. Aceleyle hazırlandım ve mutfağa gittim. Babam sandviç yapmayı unutmuştu. Fazla zamanım yoktu çok aceleyle hazırladım kendime.Ayakkabılarımı giyiyorken babam uyandı, beni gördü. Tuvalete gitmeden direk mutfağa yöneldi.Anlayamamıştım ilk başta. Ayakkabılarımı giydikten sonra üstümü başımı düzelttim kapıyı açtım çıktım, tam kapatıyordum ki aradan bir el uzandı....elinde sandviç olan bir el...babamın eli.
Kapıyı açtı baktım gözleri bile yarı açık yarı kapalı uyanamamış, yüzünü bile yıkamamış daha.Bana sandviç yapmış.
"ben aceleyle kendime hazırladım baba sende kalsın o...sağol" dedim. Nasıl diyebildiğim, konuşabildim bilmiyorum ama evden çıkıp yürümeye başladığımda ağlamak üzereydim.Boğazımda koca bir yumru vardı, yutkunamıyordum.Acelem vardı, hızlı yürüyordum ama sanki biri beni bir montaj masasından slowmotion izliyordu...çok duygulanmış, bir sandviçin, babamın yaptığı o sandviçin ne kadar değerli olduğunu düşünüyordum.Eve geri dönüp, koşup babama sarılmak istiyordum.
Akşam yine babamın işten dönüşüydü, babam sabah ki buhranımın farkına varmamıştı malum, çok duygulandığımı söyledim, teşekkür ettim ve öptüm onu.O da bana sarıldı.
Bu olayı arkadaşıma anlattım, fakat öyle kazınmış ki beynimde ve kalbime, gözyaşlarıyla anlattım.
Dün gece uyumaya çalışırken aklıma geldi, ağlamaktan yastığımı sırıksıklam yaptım, aynı yumru boğazıma yerleşmişti yine.
Ve bu yazıyı sizlerle paylaşırken de tutamıyorum kendimi.

-Babaa!! Seni çok seviyorum.

Kumandanın Kim?


Zorunluluklar...hayatımızın gerçekleri.
Hiç zevk almayacağını bile bile yapmak zorunda olduğun şeyler oldu mu?
Bu cümlemi istediğiniz gibi algılayabilirsiniz; belki cinsellik belki iş belki hobi...
Cinselliği başa yazdım çünkü ilk aklınıza gelecek şeyin o olduğunu biliyorum.
Sonunda belli bir çıkarın olsada yapacak olduğun işlemin süresi ızdırap verir sana, sıkılırsın, "bitse de gitsek" dersin.
Peki hangimiz kafamıza göre yaşıyoruz?
Kumanda kimin elinde?
Kumandayı, kumandanın elinden almaya çalışıyor muyuz, yoksa komutlara uymaya devam mı ediyoruz?
O kumandan belki senin annendir, belki hocan, belki sevgilin belki arkadaşın...belki yaşadığın ülkenin büyükleri...
Belki hoşumuza gidiyordur kontrol edilmek, "kontrol etmekten kolaydır" diyorsunuzdur içinizden. Ortası olamazsın çünkü, seçmek "zorundasın".
Sen sadece komutlara uymalı, başarılı bir şekilde görevini tamamlamalısın.
Kabuğunun içinde büyüyüp sıkışıp kalmalısın, gelişememelisin, olgunlaşmış olan kanatlarını kullanmamalı ve uçmamalısın.
Anlatılan şeylere "olduğu" gibi inanmalı, anlatanına tapmalı...elini hatta "şeyini" bile öpmelisin.
Giydiğiniz kıyafetlerin modelinden tutun, dinlediğiniz müzikler bile birer zorunluluk...
Bir topluma dahil olabilme, bir takım etiketlerin ürünü olma çabasındasınız.
Sizin gibilerle kaynaşma ve -sahte- mutluluklar peşindesiniz.
Sığ eleştirilerle derinlere inemez, "olur böyle şeyler, boşver canım" diyerek geçiştirip huzura erebilenlerdensiniz.
"Hayır" demeyi kabalık kabul eden, "itiraz ediyorum"u asilik sananlardansınız.
"Ahmet etek giymemi istemiyor çok kıskanıyor bu yüzden giymiyorum" diyen bir zihniyetsiniz siz.
Ya da sizi dolandırdığını bildiğiniz halde,"Gökçek'e doğalgaz sayaçları feda olsun!" diyebilecek kadar küstah, bağnaz ve cahilsiniz.
Kendi görüşlerini ve isteklerini kenara atıp "o öyle istiyor diye..." mantığıyla kuklalaşmış insanlarsınız siz.


Kumandanızın yerini bile aramaktan aciz zavallılarsınız siz.
Ufkunuz gelişmemiş, tıkanmış kalmış,
Kendisine saygısı olmayan piyonlarsınız siz.

Vazgeçme!

Huzursuz ve kendimi halsiz hissettiğim bir gündü.Okuldan dönüyordum, otobüste cam kenarına oturmuş müzik dinlerken birden çok işe yaramaz, kimseye yararı dokunmayan biri olduğumu düşünmeye başladım. Saçmaydı belki, ergenliğe yeni girmiş veletler gibi düşünüyordum ama bence her insanın bunu düşünmesi gerek "bu dünyada ne işe yarıyorum?" diye.
Neyse n'apsam n'apsam dedim, aklıma bir fikir geldi..."kan vermek". Evet birden esti işte. Canım deliler gibi kan vermek istiyordu artık. Üstelik kansızlık sorunu çeken biriydim. Ama önemsemedim bunu.
Zaten indiğim durağın karşısındaydı kan merkezi, giderken Pelin'i aradım "ben kan merkezine gidiyorum, kan vereceğim" dedim o da şaşırdı "nerden çıktı şimdi?" dedi.
Gittim kan merkezine tabi içimden düşünüyorum "ne kadar sürer acaba? ne gibi testler gerekli" falan diye..
Girdim içeri çok kişi yoktu, gerçi benim beklentime göre kalabalık sayılırdı aslında. Bir form dolduruluyormuş onu doldurdum ve çağırılmayı bekledim.Bekledim...bekledim....bekledim....Yaklaşık iki buçuk üç saat bekledim o "çok kişi olmayan yerde".Sıkıldım Pelinle konuştum telefonla, beni vazgeçirmeye çalışıyor, "bekleme ya hadi bana gel" diyordu. Ama hayır...o kanı verecek ve kendimi iyi hissedecektim.
Neyse sonunda sıra geldi birkaç soru sordu hemşire, öteki parmağımdan kan aldı, sonra bir doktor geldi ve "piercinglerini ne zaman yaptırdın?" dedi, 12 ayın geçmesi gerekiyormuş.Zaten baya olmuştu yaptıralı.
Sonra sondan bir önceki aşamaya, doktorla görüşmeye geçtim, içimden "az kaldı" diye sayıklıyordum çünkü beklemekten oldukça sıkılmıştım.Çok şeker bir doktor hanım sorular sormaya başladı, en son ne zaman hasta oldun, ne ilaçlar kullandın gibisinden...İçimden "noluyoruz lan?" demedim değil...Ve konuşmanın sonunda bombayı patlattı..."kanını almayacağım"...."heh aq dedim, süper!". Bayramdan önce hastalık geçirdiğim ve üzerinden 10 gün geçmediği ve kanımda bilmemne değerleri düşük olduğu için kanımı almadı. "Peki" dedim teşekkür ettim.Ama içimden ana avrat düz gidiyordum tabi.Kan merkezinden çıktım.
Lanetlerime devam ederek hızlı hızlı yürüyordum. Yaklaşık 3-4 saatimi "boşa" harcadığımı düşünüyordum.Ama sonradan farkettim ki kan merkezinden çıktığımda kan verememiş olsam da bir rahatlama vardı içimde.Sanırım vicdanımın rahatlığıydı bu. Ben duyarlılığımı göstermiş, yardım etmek istemiştim insanlara.
Yürürken Özge'nin annesiyle karşılaştım, "kan merkezinden geliyorum böyle böyle BUNDAN SONRA İYİLİK YAPAYACAĞIM, İYİLİK YAPINCA BELAMI BULUYORUM" dedim. O da "n'olursa olsun iyilik yapmaktan vazgeçme!" dedi."Haklısın" dedim ve eve yürümeye devam ettim.


Doğru söylemişti gerçekten de vazgeçmemek gerekiyordu, Arh+ kana sahiptim ve kanımın değersiz ve çok bulunur olduğunu düşünüyordum hatta kan merkezine giderken çekindim "almazlar mı acaba?" dedim ama o gün o kan merkezinde bir sürü Arh+ arayan insan vardı=)
Sadece sağlık konusunda değil her konuda iyilikten vazgeçmeyin, düşünün "neye yarıyorum, bana ihtiyacı olan ve yardım edebileceğim insanlar var mı?" diye.
Sadece kendiniz için yaşamayı bırakın.

Saklanbaç


koruyabilir mi kalkanlar seni hayatın gerçeklerinden
ya da hangi güneş gözlüğü gizleyebilir korkularını
hangi şarkı iyileştiribilir kırıklarını
hangi şemsiye sağlar kupkuru kalmanı
ya da kuru olduğunda üşümeyeceğini mi sandın sen?

gökyüzünün zıttına bakıp hızlıca yürüyerek
farkedilmeyerek,
rahatsız edilmeyerek,
geçip gitmek ve yine o
yalnızlığınla buluşmak mı istiyorsun?

gözyaşlarının ardına gizle bütün güçsüzlüğünü
gülücüklerin ardına sakla hıçkırıklarını
hadi güçlü görün!
ve kimseye ihtiyaç duyma,
reddet sana uzanan elleri.

bütün duyguları, değerleri, inançları kaybettiğini düşün.,
sana yapılan yardım çağrılarının ardında yatan egoizmi...
gülümse şimdi.
için acısa da belli etme.
ve yine hızlı adımlarla yürü,
ahmak ıslatan yağmurda şemsiyesiz koştur ona
seni bekleyen
ve peşini bırakmayan ona
yalnızlığına..

16 Aralık 2008 Salı

siper

kapattım kapılarımı arkasında bekliyorum kırıklıkların gitmesini
aralığından soğuk esintiler giriyor içeri ürpertiyor bedenimi
diken diken oluyor tüylerim, daha da sabırsızlaşıyorum
korkutuyor dışarıda ki kargaşa
daha da üşütüyor gittikçe
korkuyorum
açamıyorum kapılarımı
ve yutuyorum anahtarını
gittikçe yalnızlaşıyorum
ıssızlaşıyorum
sessizleşiyorum
kayboluyorum
bulamıyorlar
...