21 Aralık 2009 Pazartesi

Şahsıma münhasır aşk paydaları...

Aşk bir zehir, bir uyuşturucu.Yavaş yavaş bedeni, benliği, zihni her şeyi ele geçiren bir virüs. Başlangıçta hep güzel hayaller görmeni sağlayan, dozu arttırdığında enteresan bir melankoliye ve paranoyaya sürüklenmeni sağlayan bir şeytan vesvesesi.Ama aşk iyidir, yaşadığını hissetirir, seni belki de hiç ummadığın davranışlara sürükler, kendini tanıyamassın. Kimse seni tanıyamaz.
Mutluluğunu da, endişelerini de, kıskançlıklarını da, kızgınlıklarını da, öfkelerini de hep en uçlarda yaşarsın.
O'na karşı hep olduğundan daha ılımlı ve anlayışlı olmaya çalışırsın ama beceremezsin de çoğu zaman, zaten farkında da değilsindir naptığının.
Çabalarsın daha iyisi için, yeri gelir o'nun adına da düşünür taşınırsın.
Sürekli sevgini göstermek istersin, bunu çok ilginç şekillerde anlatabilmek adına beynin bir makine gibi çalışır durur. O kadar çok düşünürsün ki sadece düşündüğünü ve aslında hiçbir şey yapmadığını farkedersin bir süre sonra, sonradan akıllanırsın.Sahiplenirsin, kendini o'na ait hissedersin, ama garip bir çekinme duygusu da vardır içinde, belki de hep olacak, aşkı tatlı kılan bir mesafe...bir utanma..bir arlanma.
Alışverişe çıkarsın, bi bakarsın kendine değil o'na bir şeyler bakıyorsundur.
Kendinle ilgili şeyler hakkında iki kişilik düşünmeye başlarsın...
Özlersin çok, hele yalnızken, hele uyurken.Nasıl da yanında ararsın ama...
Gözlerin dolar o'nu düşünürken, abartıp ağlarsın, tutamazsın.
Merak edersin, telaş edersin, endişe edersin, "sıkıyor muyum acaba?" dersin, az biraz geri çekersin kaplumbağa gibi kendini.
Sevgini çok fazla gösterdiğini düşünür bazen "o beni daha mı az seviyor, abartıyor muyum?" dersin kendine. Yine çekilmece...
O'na olan özlemin arttıkça daha da sinirli bir insana dönüşürsün. O'nu görünce anında pamuk gibi olursun.
Ağzından çıkacak iki güzel söz için gözlerinin içine bakarsın, düşersin, boğulursun, kaybolursun. Yine "o" tutup çıkarır seni elinden.
O'nu düşünmekten uyuyamaz sabahı sabah edersin.
Sahiplendikçe daha da korkarsın kaybetmekten...sonra tependeki kara bulutları savuşturursun pespembe hayallerinle...
Daha çok düşünürsün, anlayabilmek için beyninin sınırlarını zorlarsın.
Sakin biri olmayı öğrenirsin.
Özlemeyi öğrenirsin.
Sabrı,
Fedakarlığı,
Sevmeyi,
Sevilmeyi,
Empati yapmayı,
İnce düşünmeyi,
Sevgili olmayı,
İki kişilik yaşamayı,
Öğrenmeyi,


...öğrenirsin.
Öğreniyorum.

12 Kasım 2009 Perşembe

HANİ MARJİNAL BİZDİK?

İnsanlar ne kadar dışardan bakıldığında muhafazakârlarsa aslında bana göre o kadar sapık ve acımasız olabiliyorlar.Misal verirsek "burası küçük yer, dedikodu çıkar" derler mesela insanlara en olmadık en acımasız iftiralar atarlar adına da sevimlileştirme adına "dedikodu" derler.Hacı, hoca denilen adamların gözlerinin hep çoluk çocukta olduğunu görürürz (bkz.hüseyin üzmez).Tarikat başları cemaate "şeyini" öptürür. Sonra giderler 4-5 kadınla evlenip(!) harem kurarlar kendilerine. Muhafakazar dediğimiz o küçük yerler, köyler, kasabalarda kardeş çocukları olan yeğenler kuzenler birbirlerine sarkar, elleşir, ana babaları da onları birbirleriyle evlendirirler."Berdel" dedikleri töreye göre kadın kocası öldüğünde onun erkek kardeşiyle evlenmek zorundadır..Yine miras ya da kan davası meselelerinde kadınlar hep piyon olarak kullanılır.Şehirdeki adı "hayat kadınlığı" olan şeyin köydeki adı "başlık parasıdır". Hem de açık arttırma usulû.En fazla kim para verirse kızı o alır. Babası da yine şehirde "pezevenk" dediğimiz konumdadır.Dul kalan kadınlara esnafı, komşusu "abi" dediği adamlar sarkar, dul kalan kadının kendini erkeklere peşkeş çekeceği düşünülerek...Hani gelenekçiler ya hani muhafazakârlar ya...hep ondan işte.Sonra parklarda gördüğümüz dinibütün kapalı kızlarımızın erkeklerin kucaklarında yiyişmeleri de hep bu yüzden. Meğer biz yanlış anlamışız her şeyi arkadaşlar.

Biz şehirliyiz, biz moderniz, biz avrupaiyiz...ama bizler kardeşleriminiz eşlerine göz koymuyoruz, kuzenlerimizle, yeğenlerimizle olması gerektiği gibi kardeşçe büyüyoruz.Evliliklerimizi onurumuzdan vazgeçerek yapmıyoruz.
Şimdi bütün bunlar yüzünden mi "inançsız ya da inancı yarım" deniyor biz metropol insanlarına?
Cem Yılmaz'ın dediği gibi; "HANİ MARJİNAL BİZDİK?"

28 Ekim 2009 Çarşamba

Festival filmlerinin damaktaki tadı....

Benim kişisel bir takıntım ya da arızam mı yoksa genel bir hismidir bu emin değilim.Ama bir film festivalinde izlediğim filmin tadını hiçbir şekilde alamıyorum. Sabahları devasa bir kuyruğa girmek, bir dünya bilet almak..o eziyeti çekmek bile haz veriyor adama. Şimdi bunu okurken "manyak mısın nesin?" diyenler çok olacaktır eminim. Doğruluk payı da olabilir aslında ehhe. Festival filmlerini başka bir yerde izleyemiyorum bile o derece bir takıntı bu. Mesela geçen seneki ist. film festivalinde "palermo'da yüzleşme" adlı filmi izlemek istemiştim ama bilet bulamamıştım. İnanır mısınız film vizyona girdi hatta nete bile düştü ama ben izlemedim. İlginç bir inat kabul ediyorum.Festival filmlerine doyamıyorum bir kere. Haftanın her günü, günde ikişer film izleme temposundan sonra festival bittiğinde boşluğa düşüyorsun. Normal sinemalar kesmiyor seni. O sinema biletleri bile itici geliyor adama. İşte öyle enteresan bir his bu...O yüzden festivalleri kaçırmayın diyorum. Her sene takip edin gidebildiğiniz kadar çok filme gidin.
Bu arada geçen gün "nefes" e gittim. Tavsiye ederim arkadaşlar, eli kanlı teröristleri kahraman gibi karşılayan meclisteki o insan(!)lara inat, tavizler vere vere şehitlerimizin kemiklerini sızlatan iktidara inat dolduralım salonları...Şu ülkenin koyunları olarak beynimizdeki çipleri bloke edip biraz tepkimizi ortaya koyalım.
Neyse konu nerden nereye geldi..daha sonra bununla ilgili bir yazı yazıcam elbet.


Heh ne diyorduk; yaşasın film festivalleri!!
:)


Yazarın tavsiyesi: Filmekiminde izlemiş olduğum filmlerden; 9, polytechnique, dönüşüm adlı filmleri izlemenizi tavsiye ederken vizyona da girecek olan "kan arzusu" adlı filmi kesinlikle izlememenizi öneririm.

Hepimiz Okan Bayülgen'iz !!


Çok yönlü bir adam Okan Bayülgen...Bunu gözümüzün içine sokuyor zaten sağolsun, kabul ettik artık. O'nu programcı olarak tanıdık daha sonra da sinema filmlerinde gördük. Aklını kullandı, kendini geliştirdi, çevre edindi ve tepeye çıkması da zor olmadı. Zor olmadı derken şu güne gelmesindeki emeklerini görmezden gelmiyorum tabi. Hoş bir ses tonuna sahip olan Okan Bayülgen reklamlar olsun sinema filmleri olsun bir çok seslendirme işlerinde de bulundu ve devam da ediyor.Fotoğrafçılıkla da ilgilenen Okan, reklam yönetmenliği de yapmış bulunuyor.Yetenekli adam vesselam...onun yerinde olmak isteyen birçok insan vardır eminim. Kendisi karakteri ve entellektüel tarzıyla birçok kadın tarafından seksi ve karizmatik bulunuyor malum. Neyse bu kısımlar beni pek ilgilendirmiyor ama...Ama şöyle bir gerçek var. Bu kadar çok göz önünde bulunan ve hayatımızın her yerinde karşımıza çıkan bu adamın yüzü eskimedi mi sizce? Şu zamanlar oynamış olduğu "kanal(i)zasyon" adlı sinema filmi var mesela, tv'de göremeyeceğimiz şeyleri vaadediyormuş bizlere. Malum kendisinin medyaya ve basına olan -ki bence haklı- tepkisi zaten ortadaydı. Bu bakımdan isabetli bir proje olmuş onun adına. Ki yine de filmi izlemeyi düşünmüyorum. Fragman dediğimiz şey filmin en çekici sahnelerinin paketlenip sunulmuş halidir çünkü...Bana pek tad vermedi, birkaç bayat espriyle koca filmin ayakta tutulmaya çalışılması anlamsız bir çaba benim nezlimde..Yine de emeğe saygı diyoruz. Ne diyorduk..yüzü eskimedi mi artık sizce de Okan'ın ? Hafta'nın 3 günü program yapıyor artık...Eskiden tek programda sunduklarını açmış saçmış 3 güne yaymış. Hepsini de izledim aslında.Ama 2 haftadan sonra baymaya başladı. Ruhum sıkılıyordu resmen. Programının olmadığı günlerde bile reklamlarda onu görüyordum, onun oynamadığı reklamlardaysa sesini duyuyordum.Dışarı çıkıyordum bilboardlarda filminin afişleri ardarda...Aman allahım !!!! Yoksa yavaş yavaş Okan Bayülgen mi oluyordum ben....Domestos reklamındaki sesi kulaklarımda çınlıyordu...Okan'ın programı, Okan'ın sesi, Okan'ın çektiği fotoğrafları, Okan'ın filmi, Okan'ın çocuğu, Okan'ın çocuğunun ismi Okan'ın motoru, Okan'ın ikinci motoru............!!!!!!!

Eskiden pek sevdiğim adam için "sıkıldım artık bu adamdan yaa" derken buldum kendimi.
O biirrr kültür adamı o birrr sosyal sorumluluk adamııı o birrrr esprili o birrrr televizyon çocuğu....
O birrr aile babası...
Yeter.
Biraz uzak kalsan keşke, biraz şu televizyonu, sinemayı herneyse rahat bıraksan inzivaya çekilsen....güzel olmaz mı? Hani biraz özlesek seni? Hıı?
Şu "Türkiye'nin entellektüel adamı" ceketini az biraz çıkar yükünden, anladık başarılısın, duyarlısın, her şey hakkında bir bilgin bir yorumun var, "cool" sun. Ama fazla ortalıklardasın.
Seni görmekten SIKILDIM.

20 Ekim 2009 Salı

Bayaa kalabalık bir bloğa sahibim sanırım.Tweet box'ımla daha da şenlendi kendileri.Obareeyy.

Eğer...

O’nu hatırladıkça başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz...
Ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin...
O’nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O’nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...
sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O’ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,
ve O, her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsa...
dünyanın en güzel yeri O’nun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...
hayat O’nunla güzel ve onsuz müptezelse...
elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, O’nun yüzü pembeyse,
kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...
her şiirde anlatılan O’ysa... her filmin kahramanı O... her roman O’ndan söz ediyor, her çiçek O’nu açıyorsa...
bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,
iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...
iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...
eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O’nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın O olduğunu adınız gibi biliyorsanız...
mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O’na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...
kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...
özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...
hem kimseler duymasın, hem cümlealem bilsin istiyorsanız...
O’nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse...
ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse...
gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;
bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O’nun yüzü suyu hürmetine...
uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...
dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa,
nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız...
kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim...
gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...
Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız, sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...
...o halde bugün sizin gününüz!..
"Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.

CAN DÜNDAR

Ve şiiri o'nun ağzından dinlemek isteyenler için.

Sevdiğim adam'a gitsin....

5 Eylül 2009 Cumartesi

ADAMI HAYATTAN SOĞUTAN DETAYLAR


Öyle detaylar vardır ki...en mutlu en heyecanlı anımızın ortasında lönk diye düşer ve hayatta karşı bıkkınlık hissi uyandırırlar...
Bazılarıysa insanlardan soğumamıza neden olur." Lanet olsun ullaayyn" dedirtirler bize...
İşte bunlardan birkaç örnek...

+Keyfinizin yerinde olduğu sırada "çatt" diye tırnağınızın kırılması.
+Evde heyecanla bir şeye yönelirken sandalye, dolap ve bilimum eşyalara ayak serçe parmağınla tekme atmak.
+Kedinizi severken durup dururken suratınıza pençe atması.
+İnternette geyiğin dibine vurduğunuz sırada elektriklerin gitmesi.
+Çok beğendiğin o ayakkabının numarasının kalmamış olması.
+Fön çektirdiğin günde "süpriz" hava bulutlarının yağmur yağdırması.
+En sevdiğin rujunun bitmesi ve aynısının bir daha üretilmemesi.
+En sevdiğiniz şarkı başladığında mp3ünüzün şarjının bitmesi.
+Kuaföre saçlarınızın "kırıklarını aldırmak" için gitmeniz ve eve "kuş" gibi dönmeniz.
+En sevdiğiniz grubun konserinde önünüzde hep uzun boylu develerin olması ve aralardaki boşluklardan grubu izleme durumu.
+Sevgilinizle yaptığınız "harika bir gün" planının çıkan küçük bir tartışmanın büyümesiyle suya düşmesi.
+Mont vs giydiğiniz günde havanın birden açması ve bütün gün elde montla dolaşma zorunluluğu.
+Yemek sonrası yaşanılan şişkinliğe rağmen, anne ısrarıyla sofra toplama zorunluluğu.
+Fotoğrafçılık kursuna fotoğraf makinası sahibi ol(a)madan gitmek.(düşman başına)
+Burger king önünde yapılan randevular..
+Ciddi anlamda fikrini öğrenmek istediğiniz arkadaş, sevgili ya da onun gibi birinin size "sen bilirsin" demesi.
+Sabah uyanıp, kalkmak için hamle yapıldığında bacağa giren destansı kramplar...
+Hayranı olduğunuz ünlünün makyajsız halini görmek..
+En sevdiğiniz kedinizin evden kaçıp bir daha geri gelmemesi.
+Tam evden çıkarken üzerinizdeki giysinin lekeli olduğunu farketmek.
+Evden çıkıp uzunca bir yol aldıktan sonra cep telefonunun evde unutulduğunu farketmek.
+Cep telefonunu almak için eve dönmek ve telefonun aslında cebinde olduğunu farketmek(benbunuyaşadım).
+Eskiden "ezik" diye tabir ettiğimiz insanların bugün "cool" tavırlar takınması.
+Ali'nin eski sevgilisini Veli'yle, Ayşe'nin eski sevgilisini Fatma'yla görmek...(işin garibi hepsinin yakın arkadaş olması.)
+Yine güzel geçmesini planladığınız bir günün aşırı alkol nedeniyle, kusmuk ve hayal kırıklığına bulaşması.
+En yakın arkadaşınızın evlenmesi(buraya kadar her şey güzel) ve yeni bir hayatla her şeyini kocasına ve ailesine adaması(işte sıkıntı burada).
+Bloğa özene bezene yazdığınız yazının hiç beğeni ve yorum görememiş olması(ÖLDÜRÜCÜ DARBE:p)


Şimdilik bu kadar.
Eklemek istediğiniz şeyler olursa beklerim canlarım :)

1 Eylül 2009 Salı

hayat için bir b planı yaptın mı?

Hayaller, hedefler, istekler peşinde koşturuyoruz.Emekliyoruz, sürünüyoruz kimi zaman yürüyoruz kimi zamansa ayaklarımız kıçımıza çarpa çarpa koşuyoruz varışa ulaşabilmek için.Kimimiz yarı yolda pes ediyor kimisi belki aynı hırsla belki bezmiş bir vaziyette devam ediyor yoluna.

Sürekli büyüyoruz, sürekli değişiyoruz, sürekli yeni şeyler öğreniyoruz. İsteklerimiz sürekli değişiyor, sevdiklerimiz de değişiyor, zevklerimiz, paylaşımlarımız...ihtiyaçlarımız.

Berbat bir sistemin parçasıyız, neyin ne olduğunu bilmeden çeşitli yollara itildik. Tercihlere zorlandık.
Ya da istemediğimiz şeyleri istiyormuşuz sandık. Senin için akıllı planlar akıllı bir yol haritası yapılmadı büyük ihtimalle. Öleceğimiz ve bu dünyada geçici olduğumuz gerçeğini düşünürsek şu kısa hayatta istemediklerimiz uğruna savaşmak ne kadar da saçma değil mi?

Şimdi şöyle bir bakalım bir elimizde aceleyle yazılmış çizilmiş buruşturulmuş bir hayat var.
Ötekindeyse bomboş ve bembeyaz....

Başkalarının hayalleri mi?
Yoksa kendikilerin mi?

27 Ağustos 2009 Perşembe

Kürtler fazla mı açılıyor?

Dün akşamüstü saatlerinde taksimdeydik arkadaşlarla anneme hediye arıyorduk.Meydan da bir kalabalık ve kameralar gördük.Çok geçmeden mevzuyu anladık.Bir grup kürt kökenli vatandaş ellerinde çeşitli broşürleri dağıtarak ve sloganlar atarak yürümeye başladılar istiklalde....Zılgıtlar eşliğinde yürümeye çalıştık fakat önümüzü kesmişlerdi, sayelerinde kıt olan zamanımızın çoğunu harcamış bulunduk.
Eşitlik, kardeşlik ve barıştan bahsediyorlardı o sloganlarda..bi problem yok.(bu arada söyleyeyim bu yürüyüş yapan kitlenin ellerinde "dtp" logolu broşürler vardı.)
Sonra Genelkurmay Başkanımız İlker Başbuğ hakkında sloganlara başladılar...içinde "çeneni kapa" gibisinden kelimeler barındıran.
Boku çıktı olayın.Diyabakır-Fenerbahçe maçındaki gibi...
Ve etraftan gözlemlediğim polis sayısı bir düzine değildi, şaşırdım, nasıl böyle rahatça "taksim" gibi bir yerde seslerini çıkarabiliyorlar kendi kendime çıldırdım.
Kürt Dili Edebiyatı bölümü açılacakmış.Kim seçer bu bölümü, mezun olan ne gibi işlerde çalışır, bu ülkenin resmi dili olan "Türkçe"yi öğrenmek yerine kürtçe öğretmek neyin nesidir?O zaman lazca, çerkezce, rumca bölümler de açılsın. Demokrasi dediğimiz şeyi "taraf"lı yapmayalım.
Bir ırkı bu kadar yüceltmeyelim durduk yere...Bütün olarak yücelmeye bakalım.Ahmet Kaya'ları hain ilan eden bu millet şimdi "şemmamme şemmamme" diye türküler söylüyor.Bu ne perhiz ne bu ne lahana turşusu?

Bu nasıl bir özgürlük anlayışı?
Bu ne saygısızlık, nereye gidiyoruz, açıla açıla gittik kara sulara, sarılacak yılan arayacağız yakında.

13 Ağustos 2009 Perşembe

Boş bir Yaz.

Hava sıcak, püfür püfür giyiniyoruz, dışarlarda geziyoruz, tatil, deniz, kum güneş falan...Yaz gelince neşe dolar içimiz, potansiyel aşk böcükleri oluruz, beklentilerimiz vardır.Dinlenme ve eğlenme mevsimidir "yaz".
Bunu tersine çevirelebilecek durumlar da vardır mesela.Ya çalışıyorsundur ya da çalışmıyorsundur ya da bir planınız yoktur ya da canınız istemiyordur, bir şeyler ters gider ya da hiç gitmez yerinde durur ve sizin o beklenti duyduğunuz mevsim cehennem azabına dönebilir.
Bu sene geçirmiş olduğum en boş "yaz"dır heralde.Hiçbir plan hiçbir festival hiçbir kaçamağın olmadığı...işsiz, tam bir ev kızı modunda evde geçen bir yaz...
Taze bir mezunsan, kafan karışıksa, canın sıkılıyorsa...yaz ayı teğet geçsin istersin, geçmez, gözüne gözüne girer güneş ışınları.Oturduğun yerde kurur kalırsın.

Şimdiden önümüzdeki yazın planını yapıyorum evet, temmuzdan sonra 1 gün bile İstanbul'da olmak istemiyorum.
PLANSIZ BİR YAZ GERÇEKTEN BERBAT! O_o

23 Temmuz 2009 Perşembe

Twitter!!!

Evet farkındayım, eskisi kadar yazı yazmıyorum. Bunu aşk hayatımdan mütevellit sarhoşluğuma mı yoksa yaz sezonundan dolayı düştüğüm boşluğa mı verirsiniz idrakını size bırakıyorum.
Blog çılgınlığından sonra "anlık blog" dediğimiz twitter olayına da kendimi kaptırmış bulunuyorum.
Yani kardeş site diyebiliriz twitter'a. O yüzden darılmaca gücenmece yok.
Burda yine yazmaya çizmeye laf sokmalara devam ama kısa ve öz söylemlerimi ne yiyip ne içtiğimi(ki bunla ilgileneceğinizi sanmıyorum) twitter'dan okuyacaksınız.

Ee nerde link diyenler için buyursunlar efenim;

LİNK

Ekleşelim, böl böl tweetleyelim, yehu!!

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Sen bana birini android!

...................................................................... Juliette Lewis & Janset

15 Temmuz 2009 Çarşamba

O'nu buldum!

Hani yalnızlıktan kırıldığın zamanlarda arkadaşların "doğru zamanı" beklemeni söyler ya, o zaman hiç gelmeyecekmiş gibi gelir insana.Ama geliyor işte, vallahi geliyor.
Doğru zaman..
doğru insan..
doğru duygular..
doğru bir ben.
İnanamıyorsun her şeyin bu kadar doğru olmasına.
Bu kadar sevgiyi hele birde kamçılıyorsa özlem...tadından yenmez oluyor.
O'nun yanındaykenki ruh halini bırak o'nu düşünürken bile mal connect oluyorsun.
Ben onu çok seviyorum o beni çok seviyor.
İlk kez tedirgin olmadan "o beni seviyor" diyorum.
Benim gibi duygusuzluktan yakınan birisinin böyle şeyler demesi fazla anormal onu da biliyorum.
Heryerdesin, hep içimdesin, hapsettim oraya seni kendimi de sana...anahtarı da attım uçurumdan aşağıya.
Öyle bir şey ki yıllardır senleymişim gibi eminim senden ama yepisyeni bir ilişki tadında heyecanımız.
Bu nasıl bir büyü?
Bu nasıl bir mutluluk?
Allahım.
Bu bir rüya değil, %100 gerçek.
SENİ SEVİYORUM.

1 Temmuz 2009 Çarşamba

i'm in love dostlar...


Bütün sevgi tomurcuklarımı toplayıp bir kutuya koydum sonra kutuyu gözlerim kapalı ona verdim.
Çok seviyorum.

22 Haziran 2009 Pazartesi

Keşif vol. bilmemkaç




Nokia bilmemne yarışmasını kazanmıştı bu parça, keşvedeli çok oldu ama anca paylaşıyorum.
Pek sevmiştim kendisini.

Siz de keşvedin, hatta sevin falan.

Nasıl yani ??!?

-Çocuk doğdu mu?
+Doğdu doğdu.
-Ee kız mı erkek mi?
+Kız oldu.
-E olsun, sağlıklı olsun da.

:S:S:S:S

Bu zihniyeti hiçbir zaman anlayamıcam, anlamakta istemiyorum aslında.
Hele kadınların bu anlayışa sahip olmaları cidden düşündürücü.
"Eğitim şart!" diye ne güzel söylemiş sayın Yılmaz.

Versiyon olayının bokunu çıkarmak...


Beyaz Show'da Sertab'ın şarkı(ları)nı dinledikten sonra yazacaktım ama kısmet bugüneymiş.
Albümler genelde 0-20 arasında şarkıdan oluşur.İçlerinde hit olan parçanın çeşitli versiyonları da olur hatta.İyidir, güzeldir falan.
Ama
Amaaa...
Sertab'ın "bu böyle" adlı son albümünde -ya da single mı denir emin değilim çünkü ciddi anlamda kafam karıştı-
sadece bir parça var aslında "aşk seni bulabilir de uzakta durabilir de samimi oluyor derken mesafe koyabilir de...bu böyle" diye giden güzel bir parça aslında.Ama albümde 5 farklı versiyonu bulunuyor.Akustik olanı yok efendim remix olanı falan.Gayet hoş, fakat takıldığım nokta bu tarz bir albüm çıkarmanın manasını bulamamış olmam. Normal bir albüm yap sonuna değişik versiyonlarını ekle. Şarkı mı yapamıyorsun çıkarma albüm sırf yaz geliyor diye, sabret falan.
Deneysel ve yeni şeylere gayet açık bir insan olarak olaya gerçekçi yaklaşıyorum sadece.
Tek şarkı için albüm almaz bu vatandaş, ben de almam.
Yine de ağzında sağlık diyoruz tabii.
Bana soracak olursanız en güzeli hatta tek güzel versiyonu akustik olanıdır...
Dinleyiniz dinletttiriniz.


17 Haziran 2009 Çarşamba

797822

Bir kadın bir erkeğe hiç bir zaman inanmaz, "inanmış gibi yapar.."
..............................................................Binbir Gece'nin Onur'u



Doğru mu ki acaba?
:/

11 Haziran 2009 Perşembe

pazarlama paradoksu

Carte dor reklamında küçük kıza 2. dondurma dolusu kaseyi uzatan anne doğru bir davranışta mı bulunuyordur?
O çocuk o kadar dondurmayı yiyip üst solunum yolu enfeksiyonu geçirdiğinde "sana terli terli su içme demiştim" diyecek olan yine o anne değil midir?Arz ederim.

Hiçbir şey yapmak istiyorum

Keşke bir yerlerimde saklı bir power tuşu olsaydı da, bir süreliğine kapatıp dinlenmeye çekilseydim, kendimden, başkalarından , düşüncelerimden her şeyden uzaklaşabilseydim.
Artık resetlemek yetmiyor.

Beklemeyapmadevamet...

Uyumayı bekle, otobüsü bekle, sınavların bitmesini bekle, arkadaşını bekle, askere giden yakınını bekle, doğum gününü bekle, kahve suyunun ısınmasını bekle, akşam dizinin başlamasını bekle, birilerinin olgunlaşmasını bekle, sınav sonuçlarının açıklanmasını bekle, çarşamba günü gelsinde uykusuz çıksın diye bekle, haftasonunu bekle, yazı bekle, sonra sıkılıp kışı bekle, saçını boya ve rengin tutmasını bekle, oje sür kurumasını bekle, sana aşık olmasını bekle, ona güvenmek için bekle, o sana güvensin diye bekle, aşkı bekle, meşki bekle, evlenmeyi bekle, çocuk bekle, çocuğun büyümesini bekle, çocuğunun okuldan gelmesini bekle, kocanın işten gelmesini bekle, patronunun seni terfi etmesini bekle, emekli olmayı bekle, hastalan sona iyileşmeyi bekle, hadi diyelim iyileşemedin ölmeyi bekle, öldün ahirette cennet/cehennemi bekle......

Hayat BEKLEMEKTEN ibarettir.

aptallığın adı ne zaman aşk oldu?

işimize gelmeyen düşünceleri, nedenleri, engelleri nasıl da bilinçaltına atıyoruz
ama...
aptallığımızı nasıl da örtbas ediyoruz "aşk" denen şeyle.
o kadar olumlu insanlarız ki hep iyi şeyleri düşünüp, mutlu sevgi pıtırcıkları
oluveriyoruz, evet tam anlamıyla bunu yapıyoruz.
her kötü şeyin her pisliğin üstünü bahanelerle örtürüyor...ama..larımız eksik
olmuyor olumsuzlukların peşinden...
UYANIN ARTIK.dünyada yaşıyorsunuz, insanlarla yaşıyorsunuz.
hani o egoizmin kölesi olmuş insanlarla...
kendisi için hangisi iyi olacaksa başkalarını düşünmeden ona göre hareket eden,
ona göre seçim yapan mahlukatlarla...
siz ZAMAN deyin KARARSIZ deyin, GEÇECEK deyin, geçmeyecek...ve "sonunda" dediğin an,
insan denen yaratık, kendini yeterince tatmin etmiş ve yeni maceralar aramak üzre çoktan yol almış olacak
ve sen de hoş bir anı olarak kalacaksın.
DÜNYADA yaşıyorsun!
unutma.

10 Haziran 2009 Çarşamba

1 kadın 1 erkek

Kadın; Ağlar
Erkek; Bakar
Kadın; Duyar
Erkek; Duymaz
Kadın; Sorar
Erkek; Susar
Kadın; Gider
Erkek; İçer.
..

9 Haziran 2009 Salı

Muhtelif korkular...

Bugün bir şey farkettim ben.Çok korkağım.
Üst geçitlerden geçerken ecel terleri döküyorum her seferinde mesela, bugün bir yaylanmış geçit ruhum bedenimi 2 saniyeliğine terketti resmen.
Demin oturuyorum mesela, ilaçlama mı ne yapmışlar, içeri girmiş dana kadar bir kara sinek, bildiğin hormonlu.
İpini koparmış dana gibi uçuyor, çıkardığı sesi THY uçağı çıkarmıyordur valla (bkz.mübalağa)
Çığlık çığlığa anneme "öldür şunu" diyorum, kadınceğiz elinde Raid oda spreyi gibi sineğin peşisıra sıkıyor, sonra "zehirlenicez senin yüzünden diyor" ben de "korkma biz sinek değiliz" diye espriyi patlatıyor, ortamı serinletiyorum.
Yakında gölgemden de korkmaya başlıcam heralde -ki karanlıkta annemden bile korkabilirim-

Bu ürkeklikle fazla yaşamam der, beni sevmeyenleri sevindiririm.

Buyur burdan yak.

Size hiç bir özel açıklama yapmıcam sadece tıklayın, indirin ve dinleyin.

Link

8 Haziran 2009 Pazartesi

aa burda ne var!!

Yakarsam biter...

Adam: Mektubumu almışsınız...
Kadın: 25 yıl...neden yazdığınız zaman vermediniz?
Adam: Bir defasında taksideyim, şöforün elinde sigara öyle yakmadan tutuyor."Tiryakiyim" deyince, "neden yakmıyorsunuz?" diye sordum, "yakarsam biter.." demişti.
Kadın: Yakmaktan, bitmesinden korkmuyorsunuz artık?
Adam: Artık sadece geç kalmaktan korkuyorum...

5 Haziran 2009 Cuma

bugün ben...

insanlara olan beklentilerimi sıfırladım çünkü;
sen onlardan bir şeyler beklerken "onlar" beklenmedik şeyler yapıp seni alt üst ediyorlar.

sev seni seveni...

Beni ekleyen "herkesi" izlemeye almıyorum evet.
Tam tersi olsaydı; size "seni seviyorum" diyen birine onu sevmediğiniz halde sadece karşılık vermek adına "bende seni seviyorum" demek gibi bir şey olurdu bu.

Bana katılan kaleye mum diksin.

2 Haziran 2009 Salı

"Her şey önceki bir sebebin sonucu olarak ortaya çıkar ama biz bu sebebin ne olduğunu bilemeyiz."
...........................................................................................................................................David Caine

hiçlikler üzerine bir yazı

İletişim Hukuku
-Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu-

Her türlü fikrin, sanatın, emeğin korunması için kurulmuş kanunlardır......................birden her şey bulanıklaşıyor....
Defterin üzerine küçük, sıcacık, tuzlu damlalar düşüyor...
Yazılar dağılıyor.
Geniz yanıkları, sinüzit ağrıları peşisıra geliyor damlalarla birlikte.
İçerde biriken denizler taşıyor azar azar gözlerimden.
Korkuyorum, biri görecek diye beni, saklıyorum kendimi.
Küçülüyorum oturduğum yerde, karanlıklaşıyorum.
Okumaya çalışıyorum önümdekileri ama her şey bulanık, sadece yazılar değil.
Zaman geçiyor....Kendimi neye vereceğimi bilemiyorum.
Müzik daha da yoğunlaştırıyor beni, yoruyorum kendimi.
Her zamanki savunma mekanizmam devreye giriyor...neşeleniyorum.
Gülüyorum...gülüyorum....gülüyorum...sonra bakıyorum önümdeki klavye sırılsıklam olmuş.
Gülerken ağlar mı insan?
Hıçkırıklarını gizler mi gülüşler ardına...?
Ne kadar bilinçaltına atılabilir endişeler, kırıklıklar, güvensizlikler, yalnızlıklar?
Hiç.
Yazımın adı hiç.
Önemsizleştirerek her şeyi içimde kocaman okyanuslar oluşturmuşum.
Hayatta kimseye güvenememek nasıl bir şey?
Hep arkanda sandıklarının bunu hiçte içten yapmadıklarını düşünmeye başladığında, gördüğünde,
ne kadar kırılmadan durabilirsin yerinde?
Hiç.
İstenmediğin ve de istemediğin yerde durmak ne kadar idare eder seni?
Hiç.
Tek kalmışlığının, yabancılaşmışlığının farkında vardığında ne kadar çaktırmamaya çalışabilirsin ki?
Hiç.
Kendinle kalamadığın, ağlayamadığın bir hayat.
Ya kaybolmakta bir hayatsa bu akan gözlerimden ?
Her baktığın gözde bir sahtekarlık, bir geçicilik...bir güvensizlik.
Gözlere bakamama...
Ağlayamama...
Güvenememe...


Beni hiçkimsenin tanımadığı bir yere gitmek istiyorum.
Biraz huzur,
Biraz düşünmek,
Biraz ağlamak.

29 Mayıs 2009 Cuma

BİRGÜN

Bugünümü tanımlayan kelime ve kelime öbekleri;

Kocamustafapaşa-gümüşsuyu-taksim-florya-yeni bosna-yusufpaşa-kocamustafapaşa.
Endişeler.
Korkular.
Boşvermeler.
Kaçışlar.
Sıcak hava.
Havasız otobüs.
Yanda oturan hamur kokulu teyze.
Boş su şişesi.
Kontörsüz bir telefon.
Patlamış mısır.
Efes fıçı.
Pişmaniye.
100bin baloncuk.

İnanç paradoksu.

Dün itibariyle bir arkadaşımızın abisi hayatını kaybetti.Daha 35 yaşlarında, hayatının baharında kaybettik onu.
Bugün hep beraber camideydik, sonra mezarlığa geçildi, dualar eşliğinde toprağa verdik Hüseyin abimizi...
Hepimiz çok üzgündük, özellikle arkadaşımızın abisini kaybetmiş olması ve onun üzüntüsü mahfetti bizi.

Ama...bütün bu yasın içerisinde yine beni sinirlendirecek bir olay yaşandı.
Aslında direk şahit olamadım maalesef, sonradan söyledi arkadaşlar.

Bir amca rahmetlinin akrabası olan birkaç teyzenin yanına yaklaşıp şunu soruyor;

-Rahmetli namaz kılar mıydı?

Şaşkınlığa uğrayan teyze ;

-Evet.
der.

Amca: 5 vakit mi?

Teyze: Evet.

Amca: O ZAMAN BAŞINIZ SAĞOLSUN.

der..ve olay yerinden ayrılır.
Konuşmaya şahit olan arkadaşlarımın şaşkınlıktan basiretleri bağlanır ve amcaya bir tepki veremezler.

Bu olayı sonradan öğrendim ve RESMEN dehşete düştüm.
O çocuk namaz kılmıyor olsaydı başları sağolmayacaktı yani.
Kime anlattıysam aynı tepkiyi verdi.
İnsanların bu derecede bağnaz bu derecede acımasız bu derecede KENDİLERİNE MÜSLÜMAN olmalarına
inanamıyorum gerçekten.
Yorum bile yaparken zorlanıyorum şuanda çünkü gerçekten YORUMSUZ bir zihniyetle karşı karşıyayız.
Ve işin acı ve tehlikeli yanı BUNLARDAN ÇOK VAR.


27 Mayıs 2009 Çarşamba

Amanın kadına bak!

Sağ yukardaki türkünün ben tarafından her gün yaklaşık 2-3 kere dinlenmesi üzerine artık tepkisiz kalamayan annem;

-Sen bu türküyü
çok sevdin bakıyorum.
Ben: Sevdim tabi sevilmez mi?:utanmayansımayıl:
Annem: Hayırdır?
Ben: Ana beni eversene, bana bi koca lazım o da bu gece lazım.
Annem: Ah yavrum.




Not:Bu gönderi popodan anlaşılmaya fazlaca müsait olup, sahibi tarafından idrak şekli sizlere bırakılmıştır.
Anlaşılacak herhangi ahlaksız anlamlar blog sahibini, diğer okuyucuları ve konuşmada sözü geçen anneciği ırgalamamaktadır.Farınız da açık olsun yolunuz da...Eksoekso.

Büyüklerin sevgilisi olacağımss!

Ünlü bir müzisyen olsaydım eğer kesinlikle çocuklara hitap etmek istemezdim. Hep "çocuklar geleceğimizdir bu yüzden çocuklar önemlidir..." vs deniyor da şöyle bir düşünsene senin benim çocukken dinlediğimiz şeylerle şu anki dinlediklerimiz aynı mı? "Yöö" dediğini duyar gibiyim. Yani ne biliyim Tarkandı, Mustafa Sandaldı falan dinlerdik al şimdi yanlarından geçmiyorum o tarz müziklerin...Ha tabi 3 yaşında(!) Metallica'yla müziğe başlamış metalci insanlarımız da yok değil. Nihoh.
Yani çocukken dinlediklerimizi büyüdüğümüzde çoğunlukla dinlemiyoruz.Onlar da sürekli çoluk çocuk sanatçısı olmaya devam ediyorlar, çocuklardan nefret ediyorum zaten ıyy uğraşamam yeminlen.
Bir de şu amerikalı "çocuk starlar" yok mu aman allahım hepsinden nefret ediyorum şımarık p*çler.
Neyse yahu ben aklı başında, yeterince yetişkin, ne dinlediğini bilen,müzik zevkine sahip, az da olsa öz bir kitlem olsun isterdim.
İsterdim bea:/

oyhhh


Şu sahneyi gördüğüme ne kadar sevindim anlatamam.
Nihöh.

17 Mayıs 2009 Pazar

iki ekmek bir süt

Bizim burdaki bakkal Hüseyin amca ben küçükken sürekli olarak "seni çingenelerden aldık biz" diyordu. En sonunda inanmaya başlamıştım çingene olduğuma.
Esprimi midir, bir çeşit korkutma biçimi midir nedir, büyüdüm eşşek kadar oldum ama anlayamıyorum HALEN.
jdhgds

öyleyken böyle

Kişilerle değil de, yapılanlar ve olaylarla dalga geçmeyi seviyorum, sanırım beni diğer insanlardan ayıran önemli bir özelliktir bu.
Büyük insanım demeye getirmiyorum bu arada, öylesine işte.

pazarı pazartesiye bağlamasak?

Sıkıcı bir pazar gününden daha beter bir şey varsa o da ertesi günkü pazartesidir.
İşiniz-gücünüz-randevunuz-ödeviniz-sınavınız-gidecek bir yeriniz olmasa da bile pazartesi kötü bir gündür.
Haftanın ilk günü diye mi yoksa biz mi manyağız bilmiyorum ama bu sendromu hepimiz yaşıyoruz işte.

pazar günleri pazartesi alır beni
pazar günleri elimdeki balık gibi
gözlerini görürken ağlamak gibi
kıymetini giderken anlamak gibi


demiş pinhani hazretleri...

16 Mayıs 2009 Cumartesi

komşu komşunun...

Eurovision olayları...saçma buluyorum açık ve net.
Bakalım n'olacak...
2009 eurovision parçalarını indirmek için buraya tıklarsınız.

12 Mayıs 2009 Salı

anne olmak...

Gecenin 4ünde uykun kaçtığında sana ılık süt yapıp vermesi demektir...
Sen uyurken dışarıda havlayan köpeğe, camı açıp "şşş, sus" deyip senin huzurla uyumanı sağlamaya çalışmasıdır...

seviyorum seni.

9 Mayıs 2009 Cumartesi

5 Mayıs 2009 Salı

Nasıl evlatlar yetiştirdim ben bilmem ki.
........................................Annem

3 Mayıs 2009 Pazar

portecho!!

Dün gece Okan'ın programında izleyince hatırladım birden portecho'yu.
O olay klip
'ten sonra tanımıştım kendilerini.
Tan Tunçağ ve Deniz Cuylan’ın kurmuş olduğu Portecho elektronikayı rock ile buluşturuyor ve bence çok da güzel oluyor.
İki albümleri bulunuyor Portecho'nun ilki Underworld, diğeri ise Studio Plastico.

Nasıl bir şey acep bu Portecho diyenleri de düşündük;

İlk albümleri Underworld'ü indirmek için
buraya,
İkinci albümleri Plactic Studio'yu indirmek içinse buraya tıklıyorsunuz efenim.

ÖNEMLİ!
Underworld pass: AsiMert
Plastic Studio pass: korid


Acaba bu olay klip dedikleri studio plastico şarkısının klibi nasıl diyenler de buraya tıklasın o zaman.

Bitmediiii!!!

Portecho myspace sayfası için buraya

Bilboard dergisi Portecho röportajı içinse buraya tıkla şekerim.



Yeter artık utanmasam portecho'yu ayağınıza getiricem valla.
İyi dinlemeler, öpüldünüz.

2 Mayıs 2009 Cumartesi

kafa ve omuzlar

Eğer mentollü bir şampuan kullanıyorsanız gözlerinizine kaçmamasına gani gani özen gösterin.
Zira
ebenizisikiyor...tecrübeyle sabit.

Gösterilerde polisler biber gazı yerine mentollü şampuan ve su karışımı kullansalar daha etkili olur ve de maliyeti daha düşük olabilir sanki, olmayadabilir.Bunu düşünelim.

30 Nisan 2009 Perşembe

Aaaa de bakiyim.


Göster amcana dilini.

Mazlum olan kim?


İstanbul'un ortasında Bostancı'da yaşanan hücre baskınını ve yaşanan çatışmayı bilmeyen yoktur heralde.
Mazlum Şeker'i de tabi....
Çatışma sırasında emniyet şeridinin hemen arkasında olduğu iddia ediliyordu...ama o vurulduğunda orada emniyet şeridi falan yoktu. Böyle temiz ve dürüst bir memlekette yaşıyoruz işte.
Hadi tamam emniyet şeridi vardı diyelim.Bu şeridin hemen arkasında duran bir kişi için "aa emniyet şeridi dışındaydın vurulabilirsin tabi ki" demek ne kadar dürüstçe bir davranış. Gerçekten insanın emniyetini sağlayan bir şey midir o şeritceğiz? Kurşun geçirmez midir? Kendini temize çıkarmak ve geriye çekilmek ne kadar kolay dimi, "suçluyuz, ihmalkârız" diyebilmek ne büyük sorumluluk, ağır gelir taşıyamassınız, koltuğunuzdan, makamınızdan olursunuz dimi?Yazık size.
Tamam meraklı bir milletiz, olaylara, kazalara hemen koşarız ve çekirdek çitleyip izleyebiliriz kabul ediyorum.Hatta şöyle diyeyim,benim büyük dedem bir kazayı izlemeye giderken araba altına kalıp ölmüş.Evet bu kadar meraklıyız. Peki 1 mayısta "SÜPER ÖNLEMLER" araç gereçler kullanan polisimiz şehrin ortasında yaşanan bir çatışmada neden insanları oradan uzaklaştıramıyor?
Neden terörist pencereden uzanıp silahını rahatça ateşleyebiliyor?
Keskin nişancılarınız nerde, hani o Tayyip'i sıkı sıkıya koruyan?
Rahat olun koltuğunuz sizindir hala, bırakın insanlar ölmeye devam etsin.


Başka bir tarafa bakalım şimdide.Medya.
Bu blog geniş bir kesime hitab etmediği için yukarıda fotoğrafı yayınladım.
Peki televizyonlarda tekrar tekrar gösterilen, gazetelerde çarşaf çarşaf yayınlanan Mazlum ne olacak, onun ailesinin psikolojisi ne olacak?
Çocuğunun ölümünü an ben an izleyen bu aile nasıl toparlanacak?
Gazeteyi eline aldığında oğlunun anasayfada bulunan kanlar içindeki dev gibi fotoğrafını gören baba buna nasıl dayanacak?
Nerde sizin otosansür'ünüz ey medya?
Böyle trajik bir olayı "0" sansürle gözler önüne sermekten hiç mi çekinmiyorsunuz.
Haber değeri taşıyor diye bir aileye nasıl olur da bu kadar acı çektirebilirsiniz?
Polat Alemdar'ın elindeki dumanı tüten sigarayı aptal aptal blurlayan ey RTUK nerdesin?

Bütün bu yaşananlarda hepimizin suçu var, şapkamızı önümüze koyup düşünelim lütfen biraz.
Biraz.

Kralsın Cerrah!

Sevgi kelebeği Celaleddin Cerrah hazretleri.

Çok şeker adamdır bu Celaleddin, ona kısaca Celo diyorum ben.O ve emmniyet teşkilatı her zaman sorumluluk duygusu sahibi, hata tanımayan oluşumlardır.Kutsal bir oluşumdur kendisi.
Sondan bir önceki yaşanan katliam hakkındaki sözleri onu daha da kutsal ve şeker kılmıştır.Yaklaşık 2 ay önce Etiler'de
Münevver Karabulut adlı lise öğrencisinin öldürülüp kafası kesildikten sonra çöp konteynırına atılmasından sonra bu vahşete tepkiler büyüdükçe büyüyordu.Bütün anne babalar Münevver'in ailesi gibi üzülüyor bizler de sanki arkadaşımızı kaybetmişçesine yasını tutuyorduk.Soruşturmanın sürdüğü şu dönemde Celo'dan yine kendine yakışır bir yorum geldi ve Münevver'in ailesini suçlayarak; “Kızlarını takip etselermiş” dedi. İnsanın kanını donduran bu açıklama mı yoksa bu açıklamanın İstanbul İl Emniyet Müdürü tarafından yapılmış olması mıydı inanın bunu bende ayırdedemiyorum. Ama korkunç ve acımasız ve de bilinçsiz bir açıklama olduğu kesin.
Sayın Celo umarım senin çocuklarının başına böyle bir olay gelmez.
Umarım o anne ve babanın hissettiği acıyı hiçbir zaman hissetmezsin.
Artık konuşmadan önce düşünmeyi öğren.
İnsanların acısına, yaptığın patavatsızlıklarla acı katma.
Allah sana akıl fikir versin.
Amin.

çüşünüz.

Mina diye isim var lan.Yazık günah valla.
Aaaa Mina
koyim.
ahuha.

27 Nisan 2009 Pazartesi

love me do

Otobüste bir çift;

Kız: Saçındaki jölenin kokusu buraya kadar geliyor.
Erkek: Kapa çeneni.
...

İnsanın başına en fazla ne kadar aksilik gelebilir?

Sabah evden çıkmıştım, şemsiye almadığım için ahmak ıslatan yağmurda ahmakça ıslanıyordum.
Ayağımda en açık renkli ayakkabımla...
Okula gittim, ders yoktu, son iki derse girdim falan.
Bir baktım zaten şarjı az olan mp3üm kapanmamış çalıyor "ha siktir" dedim içimden, neyse.
Yağmurdan korunmak için paltomun kapşonunu kapatıyorum ama o ısrarla kafama entegre olmayıp kendini aşağı salıveriyor, pes ediyorum.
Derken dönüşte, otobüste en sevdiğim şarkı başlamışken lanet mp3üm kapanıyor, deniyorum deniyorum açılmıyor.
Lanetler içerisinde uykusuz'u çıkarıp okumaya başlıyorum.
Hangi aptal açmışsa açmış otobüsün camını, süpersonik bir hızla yandan geçen otomobil su birikintisini direk otobüsün içine benim üzerime sıçratıyor, uykusuzum piç oluyor.
Lanet etmelere devam ediyorum.
Eve doğru yaklaşıyorum ve dün gece annemle tekele giderken anahtarımı aldığımı ve anahtarın diğer paltomun cebinde kaldığını hatırlıyorum.Neyse annem evdedir diyorum.
Annem evde yok.
Yarım saat evin karşısındaki apartmanda oturup bekliyorum.Yine lanetler ederek.
Annem geliyor sonra abim geliyor.
Kıbrıs'tan yaklaşık 20 gün sonra gelen abim compact olduğu için beğenmediğim ama yine de çoğu zaman şükrettiğim fotoğraf makinamın arkadaşı tarafından yere düşürülüp bozulduğunu söylüyor.
Sinirlenemiyorum abim uzaktan geldiği için, içim içimi yiyor....

İşte bu kadar...
Günün tek sevindirici olayıysa, abimin kıbrıstan gelirken Baileys(benim isteğim), Bacardi ve J&B almış olmasıydı.

benden söylemesi....


Şimdi size iki önerim olacak.Ama önünüzde sadece 3 gününüz var...
Birincisi Tempo...
Nisan sayısında çok güzel bir kitapçık veriyor tempo sağda gördüğünüz gibi "hayatınızı değiştirecek 50 film" kitapçığı kendisi.


Bence her sinemaseverde bulunması gereken bir rehber:p




İkincisi ise National Geographic Türkiye'nin yine Nisan sayısı....Nat Geo'nun hediyesi ise fotoğrafseverleri ilgilendiriyor.
"Ara Güler'in Dünyası" adlı bir fotoğraf kitapçığı hediye eden nat geo yine gözbebeklerimizi kocaman yapıyor=)) İçerisindeyse 80 yaşındaki Ara Güler'in 80 adet fotoğrafı bulunuyor.
Dünyanın en egzotik ve en ilgi çekici karelerini görüyoruz nat geo sayesinde...

Kaçırmayın derim.





Dediğim gibi 3 gününüz var demedi demeyin....

=)

25 Nisan 2009 Cumartesi

rebels







Altalta gelenleri paylaşayım dedim daha örnekleri vardı aslında.
Ne kadar tahammülsüz, gergin ve bıkmışız lan.

Halimiz duman aaman.

24 Nisan 2009 Cuma

sünger beyin kutu şort

Köfte mi döner mi? gibi zekice bir soruya smsle cevap veren insanlara programa katılma hakkı sağlayan, içeriğinin izleyicilere hiçbir şey katmadığı, sadece stüdyo içindekileri eğlendiren ve bir süre sonra onları şebekleştiren, yine cıvık tribün ambsiyansıyla izleyiciyinin kulaklarını tırmalayıp baş ağrılarına sebebiyet veren, yarışmacıların(şebeklerin) "büyük hissediyorum" tarzında söylemlerle kendilerini artık psişik olarak görmelerini sağlayan, yapımcısı ve sunucusu Acun'u zengin eden "var mısın yok musun?" adlı eblek yarışma(ki ortada yarış göremedim ben);
senden nefret ediyorum.

The good, the bad and the ugly

Bugüne kadar herkesle iyi anlaşabildiğimi düşünürdüm.
Hayır, herkesle iyi anlaşamıyorum ben.

34

Otobüste poponuza değip duran o "sert" şeyin ne olduğuna dönüp baktığınızda, "bavul" tipi çantalı şahıs hiç oralı olmazken yolculuk boyunca o tedirgin edici sert dokunuşları yapmaya devam eder ve diken üstünde geçen yolculuğunuz ya sabırlar içersinde bitmek bilmez...

La dolce vita...

"Hayat bir kutu çikolatadır. İçinden ne çıkacağını asla bilemessiniz."
......................................................................................Forrest Gump

Bayram Coşkusu(!)


Yorumsuz.

23 Nisan 2009 Perşembe

Gerçek Kesit

japonlar uzaktan sevişmeyi icat etti!

"
sevdiğiniz uzakta mı? aranızda yollar var ve siz uzun zamandan beri birlikte mi olamıyorsunuz? dert etmeyin! japonlar sizin gibi sevgililer için çok özel bir cihaz keşfetti.

moray kentinde kurulu teknoloji laboratuvarı distance lab, japon sanatçı tomoko hayashi ile birlikte geliştirdikleri bir cihazı, birbirinden ayrı olan çiftler için tasarladı.

bu cihaza göre araya yollar da girse, sevgilinizle sevişmeniz olası. birbirlerine kilometrelerce uzaklıkta olan çiftlerin birbirlerinin vücutlarında ışık hüzmesi gezindirmelerini sağlayan mutsugoto adlı cihazı şimdilik kimse denemedi. ekip, mutsugoto'nun başarılı olup olmadığını görmek için üç çift aradığını belirtti. "

----------------------------------------------------------------------------------------------

Noluyo lan??Yuh artık dedirttecek bir buluş gerçekten.Bu dünyada doğallık adına ne kaldı bir sayın şöyle? Aşklar, sevgiler yalan oldu derken sevişme de sanallaşmış...
Artık arkadaşlık sitelerinde tanışıp, msnde sevgili olup, özel ışık hüzmeleriyle sevişeceğiz...
Yehuu!

evet.

Bankamatik şifrelerini 1 2 3 4 olarak seçen bütün güzel insanlarla bir masal ülkesinde sonsuza kadar yaşamak istiyorum...

21 Nisan 2009 Salı

Kısa filmimiz sonunda bittiiii!!! =)

Çok şükür yarebbim bitti ve vize günü teslim ettik filmimizi.
Sinopsisten bahsedeyim önce..;

İstanbul'un Büyüsü
Güney Kore'de Türk Dili ve Edebiyatı okuyan Kayâ dönem ödevi için İstanbul'a camileri ve mozaikleri incelemeye gelmiştir.İstanbul'un güzelliğiyle ve tarihiyle büyülenen Kayâ tez projesini yapmak için camileri araştırmaya gelen Mertcan'la hoş bir tesadüf sonucu tanışırlar.İstanbul'un büyüsünü beraber gezerek yaşayan Kayâ ve Mertcan arasında aşk tomurcukları serpilmeye başlamıştır...Fakat her güzel şey gibi bu büyünün de sonu gelecektir...

Buyrun bu da filmimiz;


İSTANBUL'UN BÜYÜSÜ

Amatör kısa filmciler olduğumuz için ve dolayısiyle (yazıyla) sıfır bütçeyle film çektiğimiz için, ışık, süpersonik bir cam., mikrofon takviyesi olmazsızın çekilen filmlerimize yapıcı ve emeğe saygı(+rep) şeklinde yorumlar bekliyoruz.
Çok mu istiyoruz canım?:p

16 Nisan 2009 Perşembe

doğurmak annelik değildir!!

Annesi tarafından terkedilmiş minnacık bir kedi yavrusunu beslemek, insan yavrusunu beslemekten çok daha zor.
Daha önce birçok kez bakmışlığım vardı ama aradan baya zaman geçmişti.
Onu şırıngalarla beslemek, işemesi için ıslak pamuklarla yardım etmek.
Ağlamasın diye sürekli sevip öpmek.
Sanıldığından çok daha zor.
Ama yine de mutlu ediyor insanı.

Cici anne olmak kolay değil azizim =)

Kedilerimle ilgili bir son gelişmeden bahsedeyim; gebeş olan kedimiz terkedilmiş yavruya sahip çıktı, bugün aralarındaki koklaşma sonucu ilginç bir etkileşim oldu ve gebeş kedim Tavşi, sahipsiz kediciğimizi evlat edindi, ona sahip çıktı, hatta şuanda onu emzirmekle meşgul.Böylelikle ilkkez hamile kalan kedimiz daha doğurmadan bebek emzirmiş bulunuyor.
Hem bebeğimiz annesiz kalmadı diye mutluyuz hem de üzerimizdeki zor yük kalktığı için...

Annelik böyle bir şey işte, üveymiş özmüş hiç önemli değil.
:)

Hayrola?

Bu yazımı Hande Yener "hayrola" eşliğinde yazıyorum evet.-Ee napiyim yani? +Ne bok yaparsan yap banane.

Bir süredir kendimde farkettiğim sorunlar başgösterdi.Nasıl tarif etsem hem psikolojik hem fizyolojik.
Böyle yolda yürürken ayak bileklerimdeki kaslar yanmaya başlıyor öncelikle, sonra kalp atışlarım hızlanıyor, nefes alamıyorum. Kulağımda müzik varsa özellikle daha da çok boğuluyorum.Sonra durduğumda bir yerde birden ateş basıyor ve sanki yoğun bir hava dalgası çıkıyor soluk borumdan dışarı.Yine boğulucak gibi oluyorum.
Otobüste gidiyorsam 15 dk sonra midem bulanmaya başlıyor, şoförün bastığı her frende sarsılıyorum resmen.
Kitap okuyorsam bulantım daha da artıyor. Midem adeta ağzıma geliyor.
Yükseklik fobim olduğunu biliyorum ama artık merdiven fobimde kendini belli etmeye başladı.
Merdivenlerden çıkarken bir derece ama inerken attığım her adımda ayak bileklerim kırılacakmış gibi hissediyorum. Sonra başım dönüyor. Hemen trabzana veya duvara tutunuyorum. Aşağı inerken sürekli merdivenden yuvarlandığımı hayal ediyorum kendime engel olamayarak.
N'oluyor hiçbir fikrim yok ama cidden kötü hissettiriyor bunlar.
Sanki okuduğum bu kitabın etkisine giriyormuşum gibi hissediyorum, sonra saçmaladığımı anlıyorum.
Bana ne oluyor gerçekten bilmiyorum.


Bu arada bunu geçen yazımda yazacaktım sonra bir baktım boktan ama şiirimsi bir şey yazıyorum kaptırdım gitti.O kadar.

15 Nisan 2009 Çarşamba

bilinçaltı raporları

En güçlü gözükenin bile içinde saçmasapan korkuları vardır.
En neşelinin içindeyse gizli saklı hüzünleri.
Hiçbir şey olduğu gibi görünmez ve her görünen köy kılavuz istemez aslında.
Hissettiğin duygular geçici olabilir,
Kalıcı sandığın insanlar çoktan yol almıştır belki zıttındaki yollara.
Bedeni senle ama ruhu çoktaan uzaklarda.
Bilemezsin...
Ummadığın taşlar başını yararken, sen yine seni sevdiğini sandıklarını sevmeye devam edersin
Yüzde % 0 aldatılmama ihtimalini gözardı ederek...
Bastırılmış duygularını gömersin derinlere ve üstüne ektiğin gülleri sularsın her gece.
Zihnindeki kördüğümleri kimse göremez ve dış kabuğundan yargılarlar seni.
Sense bilinçaltındaki kuşkuları kendine saklar, alabildiğine mutlu gözükürsün.
Ağızlar kulaklardayken, gözyaşları içine doğru akar.

O biiirrrr Esiiirrrrr


Biliyorum bu tarz "fazla" kişisel, mektubumsu yazılar bloğumun tarzı değil..fakat bu istisnadır.Kaideleri bozmuyor merak etmeyin.


Bazı insanlar vardır aranıza ne kadar kişi ne kadar zaman ne kadar sorun ne kadar hayatta girse kopamazsınız onlardan.Onlardan biri de benim Esir...Aslında ona Esir dememin de apayrı bir hikayesi var, ama bizim o kadar çok hikayemiz var ki anlatsam bitmez...
Kendisin normalde ciddi bir duruşu vardır, en azından ilk izlenimiz öyle olur. Ama biz beraberken içindeki esprili, çılgın kişilik açığa çıkar. Bana çok güzel kareler verir, idealisttir. Edebidir.Edeplidir.
Uyumludur. Sponttan yaşanması gerektiğini benimsemiş ya da en azından artık bütün görüşmelerimiz sponttan olmuştur. Biz plan yapmayız. Hayal kurarız, bir ay aç gezip hayallerimizi gerçekleştiririz.Böyle manyak insanlarız işte.
Seni seviyorum Esir.
Ayrıca bu yazında bana da yer verdiğin için teşekkür ederim hayatım.

Ay levye.

13 Nisan 2009 Pazartesi

record!!

Biz blogçular hakkında bir kısa film çekmeyi düşünüyorum dostlar.
Hatta şu an aklımda geldi desem bana inanın.


Bu arada bitirme projem hakkında fikirlerim gittikçe netleşiyor, bir belgesel çekmeyi düşünüyorum. Konusunu da hafif çıtlatayım çingenelerle ilgili bir belgesel olacak.
O olmazsa psikolojik bir kısa film düşünüyorum, senaryo hakkında keşiflerim sürüyor...
Hadi bakalım umarım en iyisini yapıcam.
Bittiği zaman da burda sizinle paylaşıcam söz =)

seni gidi seniii

Saçlarını photoshopla daha canlı renkte gösteren insanları anlamıyorum. Mesela kızılsa photoshop sayesinde "kırmızı" oluyor saniyesinde.Saç ve boya konusunda doç. olduğum için anında yakalıyorum artık nıhoh.
Ne olmak istiyorsan öyle ol arkadaşım ne gerek var bu tarz oyunlara..

Durun! Siz evlenemezsiniz!!


Bir saat boyunca gelinlik modellerine baktığınız oldu mu hiç?
Valla bugün 1 saat gelinlik yarım saatte "kır düğünü" için uygun yer baktık Burçin'le.Nedenini ve amacını ben de bilmiyorum.
Ama şimdiye kadar pek alakam olmayan bu tarz şeyler dikkatimi çekiyor bu aralar.
Heralde düğün mevsimi geliyor, ufaktan yakın arkadaşlar yuva kurmaya çalışıyor diye etkileniyor insan...

Sakın heveslenmeyin gençler...Doğru adamı bulmak artık süper lotoyu bulmak kadar zor bence.
Meslek edinme ve kariyer yapma planlarım hâlâ geçerli valla.
Eğer ilerisi için yapmak istediğiniz çok şey varsa evlilik hele hele çocuk olaylarını uzunca bir süre düşünmeyin derim. Yoksa hayal olarak kalacak hepsi haberiniz olsun.

Ve muhtemelen evlilikle ilgili hayallerinizin gerçekle pekte alakalı olmadığını görüp pişman olacaksınız. Ve sonra da herşey çok geç deyip diğer hayallerinizi tam anlamıyla kenara atacaksınız.
Evlilik konusunda pekte olumlu düşünmediğim çok mu belli oluyor ne?
Yani ben hayatın düğün günlerinde olduğu gibi peri masalları tadında olduğunu düşünmüyorum.
Bunu kendi ailem ve çevremdeki birçok ailede de görüyorum.
İyi düşünün, acele etmeyin, gaza gelmeyin abicim.

10 Nisan 2009 Cuma

İnsanlık halleri.

Yaşasın korsan sektörü! Vallahi lan, kitap olsun albüm olsun alayını korsan alıyorum vicdanım da gayet rahat.10 lira albüme veremiyorum evet ya da 25-30 liraya kitap alacak param yok benim.
Bu ülke bana benim ihtiyaçlarıma karşılık vermeksizin benden kültürlü ve entellektüel olmamı beklemesin. Anca bu şekilde karşılıyoruz kültürlenme ihtiyacımızı.
Öpüyorum yanaklarınızda korsancı abilerim.

Sinirlendim şimdi kendi kendime..
O zaman buyrun bu da Teoman'ın "insanlık halleri" adlı yeni albümünün linki.
Afiyet olsun gençler.

lololo yaparsın artık...

Yanlış otobüse binme nedeniyle Fatih'ten Yusufpaşa'ya doğru yürürken Vatan caddesi bölgesinde cam silen tinerci kılıklı bir çocuk yanımdan geçerken mememi elleyip kaçtı. Sonrada ne olduğunu anlamadan uzaklaştı.
Dikkat edin arkadaşlar, hayat kötü kolla götü diyorum sadece.

-don sorunsalı-

Erkek olsaydım tazmania canavarlı boxer giymezdim.

9 Nisan 2009 Perşembe

Metropol Hastalığı bunun adı.

Yazılarıma genelde ; "insanlar, aslında, öncelikle, bazen" kelimelerinle başlayasım geliyor, sonra siliyorum.
Neyse konumuz bu değil zaten.

"Tek başına dışarı çıkma" konusunda kararsızlığa düştüm aslında.Yani ben tek başıma dışarı çıkmayı sevdiğimi düşünürdüm kimi zaman. Seviyorum aslında hala ama bugün biraz farklıydı.Sinemadan çıkmıştım "ölümsüz anlar" adlı filmden. Gerçekten güzel bir filmdi. Bugün yalnız gitmiştim filme. Sorun değildi benim için. Ama filmden çıkıp istiklalde yürümeye başlayınca kötü oldum, başım döndü, midem bulandı, tansiyonum düştü. Kahvaltı etmeden sinemaya koşmuş olmamın etkisi vardır diye düşündüm ama zaten hafta içleri kahvaltı etmiyorum pek, farklıydı bu seferki. İnsanlar üstüme üstüme geliyorlardı, yürüyemiyordum. Durağa gittim 11 dk otobüs bekledim. Otobüs gelmişti.Kuyruğa önden kaynak yapmaya çalışan insanlara "huoop" diyecek halim bile yoktu. Otobüse binip oturduğumda sanki nefesim kesilmek üzereydi. Derin bir nefes alış-verişinden sonra kendime gelebildim.

Eve geldim ve düşündüm sonra; İstanbul beni yoruyordu. Hani dışarıdan İstanbul'a gelen birisi "öf çok kalabalık" dediğinde "biz alışkınız" deriz ya bilmiş bir edayla; nah alışkınız.
Resmen yıpranmışız, resmen sabırsızlaşmışız, artık daralıyoruz bunalıyoruz, birisine çatacak, kavga edecek yer arıyoruz.

Gidebilecek bir köyüm bir ninem falan olsaydı ayaklarım kıçıma çarpa çarpa koşarak giderdim emin olun.
Öyle bir yere gitsem heralde, huzurdan, sakinlikten dolayı jöle gibi dağılırdım, gevşerdim falan.

Hayaaat beni neden yoruyosuunn?
adlı ağızlara pelesenk şarkıyı siz İstanbul Gazileri'ne yolluyorum.

7 Nisan 2009 Salı

yaşasın film festivali

Festival 4 nisanda başladı ama benim izleyeceğim filmler bugünden itibaren başlamış bulunuyor.
Maşallah ne kadar çok sinemasever varmış dedim kalabalığı görünce.Gerçi bilet fiyatının etkisi büyüktür bu kalabalıkta ama olsun iyidir iyi.
İlk filmim "sessiz kaos"tu.Antonello Grimaldi imzalı bir italyan filmi, karısı ölen bir adamın kızına bakma ve onu koruma çabalarından bahsediyor.Şahsen beğendim,başka seansları varsa izlemenizi tavsiye ederim.

Akabininde ise Philippe Lioret imzalı
"hoş geldiniz" adlı filmi izledim. Filmin hikayesi güzel, çekimler, oyunculuklar başarılı. Zaten filmde birçok Türk oynuyor.Fakat filmdeki ayrıntılar beni bir Türk olarak çok sinirlendirdi. Hikayede 17 yaşındaki Bilal Irak'tan Fransaya göç etmişti. Filmde ona nereli olduğunu soranlara Irak ve akabinde Kürdistan diyordu.Kürdistan kelimesi tam iki defa geçti filmde.Daha sonra başka bir sahnede Türk askerlerinin onun kafasına poşet geçirip o şekilde 8 gün tuttuklarından bahsediyordu Bilal.
Fransız yapımı bir filmden beklenmeyecek mesajlar değildi zaten bunlar ama ne bileyim festivale konması bana gerçekten saçma geldi.Neyse öyle işte.

Yarından sonra da devam ediyor filmlerim. Sırasıyla;

~Cennetin yüreği =ayrıntılar için tıkla.
~Ölümsüz anlar =ayrıntılar için tıkla.
~Göl =ayrıntılar için tıkla.
~Fotoğraf yılları =ayrıntılar için tıkla.
~Kiraz çiçekleri =ayrıntılar için tıkla.

Festival tüm heyecanıyla sürüyor.
dın dın dın dın.

birki..birki...

Rejime başladım ha birde ev içi spora.Evde yapılan spor genelde fazla uzun sürmez derler ama başımda Volkan olacak sağolsun.Karın kaslarım hafiften ağrıyor hatta.
Zayıflamak ve istenilen vücuda kavuşmak için
öncelikle amacın sonra da planın olacak arkadaş.

Amaçlar:
-Mide küçültme
-Vücudu şekillendirme.


Plan:
-o meşhur 3 beyazdan uzak durulacak!
- asla aç kalınmayacak!
-büyük tatlı krizlerine küçük çözümler getirilecek!
-öğünler yarı yarıya küçültülecek.
- akşam 7den sonra asla yemek yenmeyecek!
-spor aksatılmayacak!
-dışarıda mümkün olduğunca çok yürünecek, toplu taşıma minimum düzeyde kullanılacak!

falan filan.
şaka maka yaz geliyor!!!
haydi kızlar spora!


kıl oldum abi.

Yeni alınan gözlük, saat, yüzük, ruj ve bilimum şeylerin "aa versene bende güzel durucak mı bakiyim" nidalarıyla hunharca alınıp kullanılmasına ifrit oluyorum.

5 Nisan 2009 Pazar

saygılar bizden efenim

Blog giriş resmimin boyutu 15inch monitörler için dizayn edilmiş olup, 17 inchlerde de fena durmamaktadır.
Bencilliğimi mazur görünüz, ay levye.


Çok çenem düştü amuagoyim..

Sadece aşırı samimiyet değil aşırı samimiyetsizlikte midemi bulandırıyor.
Denge uzuvlarını kaybetmiş insanlara kucak dolusu sevgiler.

4 Nisan 2009 Cumartesi

danger!

Anneniz ekseriyetle "başım ağrıyor" demeye başladıysa sıçtınız demektir.

nane-limon

İnsanın kendisini sağlıksız hissetmesi ne kötü şeydir. Bu sene çokça hissettim bu duyguyu maşallah.Şu an da hissetmekteyim maalesef.
En kötü yanı da bendeki duygusal yansımaları...aman allahım nasıl hassasım nasıl kaprisliyim... bir bunalımlar bir bohem. Arada kendime gelip "noluyo lan bana?" demiyor değilim. Uzatmıcam zaten bunlar ilgili bir yazım vardı al oda burda.
Bu mevsimde hasta mı olunur demeyin, tehlikeli bir mevsimdeyiz.

Havalar kötü, kolla popoyu.


Bu arada ben de lastfm yanlısıyım artık, olley!

neye dönüşüyoruz lan?

En sevdiğiniz kitapçının yerine dönerci açılması nasıl bir duygu bilir misiniz siz?
Ben bilirim, ben bilirim.

2 Nisan 2009 Perşembe

*

40 yaş üstündeki insanların "süper" tarzındaki kelimeleri kullanmaları çok ilginç geliyor bana.

1 Nisan 2009 Çarşamba

Dünya gerçekten küçük mü?...


...yoksa biz mi küçük görüyoruz onu?

Genelde birisiyle karşılaştığımızda kullanırız "dünya küçük" lafını. Şöyle hayatınıza uzaktan bir göz atın 10 dakika...evinizden, o küçük kutudan çıkıp diğer bir kutuya okula gidiyorsunuz, size öğretilmesi gereken şeyi dinleyip, öğreniyor veya öğrenmiyorsunuz, ordan çıkıp tekerlekli ya da raylı sistemli bir kutuya binip yine o küçük kutuya dönüyorsunuz, bazen değişiklik yapıp başkalarıyla müzikli kutulara gidip oralarda boş zaman geçiriyorsunuz, sonra yine tekerlekli kutulara binip yine o küçük kutuya dönüyorsunuz.
Küçük kutunun içindeki daha da küçük kutuya; odanıza gidiyorsunuz, karşısınızda minik ışıklı kutularla, onlarla birşeyler yapıyorsunuz saatlerce, ya da diğer kutunun karşısında saatlerce bir şeyler izliyorsunuz. Ertesi gün, içinde öğretmenlerin ya da patronların olduğu o büyük kutuya yetişmek için minik bir kutuyu ayarlıyorsunuz.
Huzur içinde uykuya dalıp küçük dünyanızın büyük düşlerinizi görüyorsunuz.

Dünya mı gerçekten küçük yoksa sizin dünyanız mı küçük?
Bir daha düşünün.

29 Mart 2009 Pazar

Seçim, Seçin,Seç, Seçiz, Seçsiniz, Seçler...

Seçim heyecanı her yerde.
Nasılsa aynı hoşaf beyinliler aynı isimleri üste çıkaracak.
Neyse yine de küçük umut pıtırcıkları var kalbimizde...
Birazdan gidicem oy atmaya.
Hayırlısı olsun.

28 Mart 2009 Cumartesi

aslı mı fotokopisi mi?

Bir önceki yazımın başlığından dolayı esti.
Rüya değişti, yeni rüya oldu.
Bence kötü oldu.Ne biliyim lan, oranın böyle kendine has bir gizemi vardı bence.
Böyle önünden geçerken içeri bakar, ürkerdik falan.
Şimdi n'oldu diğer binbeşyüz tane sinemayla aynı oldu. Çok lazımmış gibi.
Dün ilk kez içeri girdik falan, böyle kötü hissettim.
İki süper film olsaydı da izleseydik falan dedik içimizden.
Hohoho şaka şaka, ne bok yerlerse yesinler banane.
Sadece dünyanın global bi köy olduğunu artık resmen kabul ettim, her bok aynı.
Arz ederim.

2 süper film birden

-Aaa gözün niye mor, n'oldu?
+Yaa kapı çarptı.
-Bi siktir git ya.

aa ben herkes miyim?!?

-aman yaa herkes aynı şeyi söylüyor.
+ aa aşkolsun ben herkes miyim?
..

Bu soruya ifrit oluyorum resmen. Herkes kendini çok özel, çok farklı sanıyor. Herkes bulunmaz hint kumaşı, herkes eşsiz. Nah eşsizsin.
Üstelik bu soru karşısında ne desen kırıcı olursun. O kişiye kendisini mutlaka özel hissettirmelisin ne de olsa.
Zor be canım.Ne demek ben herkes miyim lan? Seni, Ayşeyi, Osman'ı yanyana getirince "herkes" oluyorsunuz işte.
Yormayın lan beni.

pire

Seyrek ilişki yaşayanlar buldukları ilk sevgiliyi sorgulamaya başlıyorlar.Galiba zor ulaştıkları için çok anlam yüklüyorlar ve karşılaştıkları küçük bir ayrıntı bile onları kırıyor, mutsuz ediyor.Sonra da pire için yorgan yakmakla övünüyorlar.Oysa yorganın altında ne güzel şeyler olur.

............................................................................................Otisabi

26 Mart 2009 Perşembe

ben çocukken...

İnsanın bazı özellikleri vardır çocukken de aynıdır, büyükken de aynıdır, değişmez hiç.
Bendeki yufka yüreklilik ve hiç kinci olmama durumu da aynı şekilde işte.Neyse.
Çocukluğuma döndüm nedense, aslında nedeni var iki gün önce otobüsle giderken yolda çocukluk arkadaşımı gördüm, öyle birini bekliyordu heralde köşede bir yerde. Kendisinden nefret ederdim. O ve diğer çocukluk arkadaşımın zamanında bana yaptıkları ve annesinin anneme ettiği hakaretler nedeniyle...Ama kızın önce babası, bir sene öncesine kadar da annesi ölünce içimdeki o nefret yokoldu.8 sene falan olmuştur konuşmayalı heralde. Mesela bileğimde onun vermiş olduğu mavi boncuklu bilekliği takıyor olmamda çok ilginçtir.Neyse işte, böyle onu görünce içim acıdı. Neyse bir şey demek istemiyorum daha fazla.

Küçükken demişken eskiden pazarların kurulduğu günler giyilmemiş veya az giyilmiş kıyafetlerimizi satardım küçük bir tezgah kurarak. Ticaret yapmadım demicem yani auhah.
Kazandığım paraların bir kısmını anneme verir, bir kısmını kendime saklardım. Zabıta korkusunu da bilirim anlayacağınız. Neyse ki bezden yapmış olduğum tezgahım bahçenin önünde olduğu için hemen saklanıyordum içeri. Yandaki zeytinci amcada yardım ediyordu bana. Kedilerimize de zeytin veriyordu sağolsun hep.O vermese de kediler çalıyordu zaten auaha.

Ayrıca ilkokulda altıma yapmıştım ben de, hem de kaka.Biliyorum iğrenç ama çocukluk işte...salıyorsun gidiyor.Üstelik inanmayan kız arkadaşıma önlüğün üstünden yoklamasını söylemiştim.Şaşırmıştı baya. Sıçmışım işte napiyim canım. Üstelik eve geldiğimde annemle babam kavga ediyor diye annemden yardım alamadan baya uğraşmıştım, öggh neyse ya sustum.

Son olarakta küçükken gördüğüm herşeyi isterdim ve annem %70'i için "dönüşte alırız" derdi. Nah dönüşte alırız. Yalan söylemeyi bu şekilde öğrendik işte nıhoho.

yiğit bebeyimsin

- abi ben çok kötü bişey yaptım
- n'aptın?
- ay çok kötüü
- faturayı mı yatırmadın n'aptın?
- hayır, daha kötüüü
- lan naptın söylesene
- gelirken sana şokella almıştım ama dayanamadım yedim. ay çok utanıyoruum.
- lan yürü git kendine bi sevgili bul. iyice manyağa döndün
- bi de seni çok özlediiim. bi de seni çok seviyoruuum
- levyeyi uzat
- i lev ye!(aa buna tıklanıyomuş)

şimdi bunlardan banane diyeceksin

Sürekli bir şeyler içme isteği vardır bende.Kitap okurken, pc başındayken, tv izlerken, ödev yaparken 7/24 bir şeyler içme isteği falan. Gerçi içtiğim şeylere göre işeme oranım baya az.Neyse, içmeyi en çok sevdiğim şeyler alkolsüz olarak nescafe, meyve çayları,bergamotlu çay, şeftali suyu..alkollülerde bira, tekila, martini, votka(portakalı bol) ....neden şimdi bunları anlatma gereği duydum ben de bilmiyorum lan. Çay içiyorum şu an ordan aklıma geldi. Normal çay sadece evde içiyorum ya dışarda içmem asla. Çok acı oluyor. Paşa çayı diye tabir ettiğimiz kıvamda içerim ben.Öyle işte.

Bu arada baya baya dia müdavimi oldum ben, kurabiyelerinden sonra küp gofretlerini keşvettim.2 lira falandı.
Tavsiye ederim.

13 Mart 2009 Cuma

ben size çok hayranım da...

Siz siz olun tanımadığınız kişileri toplum içinde övmeyin.Bu yazıyı yaşadığım değil ama gözlemlediğim bi olaydan yola çıkarak yazıyorum arkadaşlar. "Ay ne şeker hatun", "aman ne komik çocuk" diye düşündüğünüz kişilere bunu yansıttığınızda yerden bazen hafif bazen fena bir şekilde yükseldiklerini göreceksiniz. Bu da sizi küçük duruma düşürecek bulunduğunuz çevrede.
Misal; ortamda o hep hayran olduğunuz, tipi olsun, muhabbeti olsun, yaptıkları olsun hastası olduğunuz şahsı gördünüz.Yanına gidip öküz gibi "ay süpersin" demezssiniz tabi ki ama ortamın oluşmasını ve muhabbete girebilmeyi, ona iltifat edebilmeyi kollarsınız.Zaman geçer ve nihayet o an gelmiştir, birkaç ortak arkadaş sayesinde yanyana gelebilmişsinizdir, kişi size pas vermez, pası bırak selam bile vermez, ama sizin muhabbete girmeniz, en azından "biraz muhabbet etmiştik ama ortam çok gürültülüydü fazla konuşamadık" diyebilme imkanı yaratmanız gerekmektedir. "Merhaba, yaa senin bestelerini çok beğeniyorum ben" gibisinden bir yalakalıkla muhabbete giriş yaparsınız ve kişinin gayet soğuk bir benizle "teşekkürler" demesiyle muhabbete giriş yaptığınızla kalırsınız...Kısa sürede yanında uzaklaşır ve beğenmediğiniz arkadaş grubunun arasına katılıp dışarıdan "süper eğleniyorum" edasıyla içiniz yanıp tutuşurken geceyi sonlandırmaya çalışırsınız.

Siz siz olun, tanımadığınız kişileri toplum içinde övmeyin.İçten içe ona hayran olmaya devam edin falan.
Ya da millete hayran olmayı bırakın, hayran olunacak biri olun.
Ya da siktir edin abi ne kasıyosunuz.

11 Mart 2009 Çarşamba

Alınacaklar listesi...

İnsanların alması gereken şeyler asla bitmiyor.Hele parası yoksa.Parası olmayınca daha fazla şeye ihtiyaç duyuyor üstelik.Mesela şöyle düşündüğümde alınması gerekenler ve almak istediklerim diye iki çeşit liste var kafamda.Alınması gerekenler listesindekiler genelde almak için çok can atmadığım ama bir zaman sonra alınması zaruri olacak şeyler.Almak istediklerim listesi ise çok daha kalabalık ve pahalı bir liste. Hayyamdaydım bugün, adamlara durumu anlattım, telefon falan verdim, haber bekliyorum.Canon eos 400d ya da 450d, nikon d70 veya d80 adaylar arasında, mecbur 2. el alıcam artık.Bu arada iş bulmam lazım.Part time falan. Ayrıca Sony DCR-SR37E dijital kameraya da platoniğim bu aralar. Ama biraz kara sevda türünde bizimkisi, dağları falan delmem gerek kavuşmamız için =)


Bu arada demin kahve pişirdikten sonra en sevdiğim bardağa doldurdum ve kendisi sıcağa dayanamayıp çatladı.
Gerçekten çok üzgünüm şu an.İnsanın sevdiği şeyleri kaybetmesi çok yazık.Çok çatlamadığı sadece suyu sızdırdığı için artık kalemlik olarak kullanıcam kendisini...senle kahve içmek güzeldi sevgili bardağım...elveda.

Son olarak ta Obama'lı Garanti Bankası reklamına çok gülüyorum, başarılı gerçekten.
:D


2 Mart 2009 Pazartesi

Dobralık vs. Patavatsızlık

"Erkekler dobra kızlara bayılırlar."
"Abi Ahmet çok dobra çocuk valla."
"Ben çok dobrayımdır, herkes kaldıramaz."

Dobrayım, dobrasın, dobra, dobrayız, dobrasınız, dobralar....Hobareyy.
"Ego" kelimesi kadar revaçta bir tabir diyebiliriz "dobralık" için.
Bazı insanlar vardır gerçekten dobradırlar hani şu "için dışı bir, şeffaf insan" dediklerimizden...Kötülük gördüklerinde içlerine atmaz söylerler, anında taze taze ortaya dökerler sorunlarını.Pek şeker insanlardır benim nezlimde de.
Ama mesela bazıları vardır ki bunlar kendilerini dobra sanan şahıslardır. Misal topluluk içinden özenle seçtikleri kişiye küçük düşürücü, "dobralıklar" göstermekten çekinmezler. Son derece rahat ve pişkinlerdir. Dobrayım ayaklarına egoyu tavan yaparlar aynı cins arkadaş grubunun içinde.

Önemli formül;naylon dobralık+ dobrazede =ego patlaması (ezberleyin, sözlü yapıcam djfhsd)

Her akla geleni söylemek dobralık değil PATAVATSIZLIKTIR ey dostlar. Biliyorum bu cümleyi bir çok zaman kullanıyor ya da aklınızdan geçiriyorsunuz. Çünkü biliyoruz ki bu tür insanlar sandığımızdan da fazla.
Uğruna yazılar yazılacak kadar hem de lol.
Patavatsızlığını açıksözlülükle karıştırıp negatif elektrikleri üzerine çeken bu insanları umursamamak onlara karşı kullanılabilecek en iyi silahtır sanırım.
Bazıları da vardır patavatsızlığından haberdar değildir gayet safça yaptıkları gafları etraftan gelen tepkiler doğrultusunda en aza indirgemeye çalışırlar, genelde de başarısız olurlar çünkü bu tür patavatsızlıklar karakterin bir parçasıdır.

Açık sözlülük; dürüstlük, sinsi olmamak, içten olmaktır.
Bilinçli patavatsızlık; cahil, olgunlaşmamış, sinsi ve kötü niyetli olmaktır.
Bilinçsiz patavatsızlık; kalp kırıcı, tahammül edilebilir fakat kalıcı bir özelliktir.

Kısacası lafınızı sözünü bilin arkadaşım:p

Ayrılık çift kişiliktir...

Ayrılık çift kişiliktir.
Biri "bitti, ben gidiyorum" deyip gidemez öylece.
Gidemez işte, bitiremez kafasına göre.
Çünkü ilişki nasıl çift kişilikse ayrılıkta aynı şekilde çift kişiliktir.
Beraber gezmeyi, eğlenmeyi, aşkı paylaşmayı bilirken...
Neden ayrılığı tek kişilik zannederiz?
Biri "gidiyorum, bitti" dediğinde o ilişki bitmiş mi olur sanki?
Tam tersi, gidenin ardından gelir yarım kalmış sevgilinin ruhu.
Bırakmaz tek başına,asla.
"Hanginiz ayrıldı?" diye bir soru olamaz.
Ayrılık çift kişiliktir.
"Gidiyorum" diyen ilişkiyi bitirmemiş, sadece kaçıp gitmiştir.
O korkup, kuytularda saklanandır sadece...
Geride kalansa, güçlü kalabilen, aşkının arkasında durabilendir.
Çekip giden gururlanır bazen anlamsızca, korkaklığından utanacağına.
Basittir çekip gitmek, zor olan kalmaktır, çözmek, uymayanı uydurmak, sabretmektir oysa.
İlla da bitecekse bir şeyler; tıpkı bir düello gibi sırt sırta verip çekip gitmek gerekir,
bir daha arkaya dönmemek üzere...kendinden emin.
İlişki iki kişinin pes etmesiyle biter, hissizleştiğinde her şey...
Ayrılık çift kişiliktir; dönüp arkanı gidemezsin, bitirdiğini zannetsen de bitiremezsin.