25 Aralık 2008 Perşembe

Babam, Sandviç ve Ben

Bazen öyle duygular, öyle sözler, öyle hareketler vardır ki olmadık yerde ve zamanda ruhunuza dokunur. En eğlenceli, sinirli, aceleceli anımızda bile düğümlenir kalır boğazımızda bazı şeyler...

Babamın iş dönüşüydü, karşıladım kapıda onu ve yanaklarından öptüm.Elindeki sandviç ekmeklerini gösterdi ve "bak bunlardan yapıcam sabah kendime, sana da yapayım mı?" dedi, ben de o sandviç ekmeklerini çok sevdiğim için "olur" dedim.Her gün yatmaya yakın ertesi gün için o sandviçlerden yapıyor ve her seferinde bana "sana da yapıyorum" diyordu, ben de "tamam baba" diyordum.
Bazı sabahlar babamdan erken kalkarım ben ve genelde o, sabahları ben evden çıkmak üzereyken falan uyanır.Yine erken kalktığım sabahlardan biriydi. Aceleyle hazırlandım ve mutfağa gittim. Babam sandviç yapmayı unutmuştu. Fazla zamanım yoktu çok aceleyle hazırladım kendime.Ayakkabılarımı giyiyorken babam uyandı, beni gördü. Tuvalete gitmeden direk mutfağa yöneldi.Anlayamamıştım ilk başta. Ayakkabılarımı giydikten sonra üstümü başımı düzelttim kapıyı açtım çıktım, tam kapatıyordum ki aradan bir el uzandı....elinde sandviç olan bir el...babamın eli.
Kapıyı açtı baktım gözleri bile yarı açık yarı kapalı uyanamamış, yüzünü bile yıkamamış daha.Bana sandviç yapmış.
"ben aceleyle kendime hazırladım baba sende kalsın o...sağol" dedim. Nasıl diyebildiğim, konuşabildim bilmiyorum ama evden çıkıp yürümeye başladığımda ağlamak üzereydim.Boğazımda koca bir yumru vardı, yutkunamıyordum.Acelem vardı, hızlı yürüyordum ama sanki biri beni bir montaj masasından slowmotion izliyordu...çok duygulanmış, bir sandviçin, babamın yaptığı o sandviçin ne kadar değerli olduğunu düşünüyordum.Eve geri dönüp, koşup babama sarılmak istiyordum.
Akşam yine babamın işten dönüşüydü, babam sabah ki buhranımın farkına varmamıştı malum, çok duygulandığımı söyledim, teşekkür ettim ve öptüm onu.O da bana sarıldı.
Bu olayı arkadaşıma anlattım, fakat öyle kazınmış ki beynimde ve kalbime, gözyaşlarıyla anlattım.
Dün gece uyumaya çalışırken aklıma geldi, ağlamaktan yastığımı sırıksıklam yaptım, aynı yumru boğazıma yerleşmişti yine.
Ve bu yazıyı sizlerle paylaşırken de tutamıyorum kendimi.

-Babaa!! Seni çok seviyorum.

Kumandanın Kim?


Zorunluluklar...hayatımızın gerçekleri.
Hiç zevk almayacağını bile bile yapmak zorunda olduğun şeyler oldu mu?
Bu cümlemi istediğiniz gibi algılayabilirsiniz; belki cinsellik belki iş belki hobi...
Cinselliği başa yazdım çünkü ilk aklınıza gelecek şeyin o olduğunu biliyorum.
Sonunda belli bir çıkarın olsada yapacak olduğun işlemin süresi ızdırap verir sana, sıkılırsın, "bitse de gitsek" dersin.
Peki hangimiz kafamıza göre yaşıyoruz?
Kumanda kimin elinde?
Kumandayı, kumandanın elinden almaya çalışıyor muyuz, yoksa komutlara uymaya devam mı ediyoruz?
O kumandan belki senin annendir, belki hocan, belki sevgilin belki arkadaşın...belki yaşadığın ülkenin büyükleri...
Belki hoşumuza gidiyordur kontrol edilmek, "kontrol etmekten kolaydır" diyorsunuzdur içinizden. Ortası olamazsın çünkü, seçmek "zorundasın".
Sen sadece komutlara uymalı, başarılı bir şekilde görevini tamamlamalısın.
Kabuğunun içinde büyüyüp sıkışıp kalmalısın, gelişememelisin, olgunlaşmış olan kanatlarını kullanmamalı ve uçmamalısın.
Anlatılan şeylere "olduğu" gibi inanmalı, anlatanına tapmalı...elini hatta "şeyini" bile öpmelisin.
Giydiğiniz kıyafetlerin modelinden tutun, dinlediğiniz müzikler bile birer zorunluluk...
Bir topluma dahil olabilme, bir takım etiketlerin ürünü olma çabasındasınız.
Sizin gibilerle kaynaşma ve -sahte- mutluluklar peşindesiniz.
Sığ eleştirilerle derinlere inemez, "olur böyle şeyler, boşver canım" diyerek geçiştirip huzura erebilenlerdensiniz.
"Hayır" demeyi kabalık kabul eden, "itiraz ediyorum"u asilik sananlardansınız.
"Ahmet etek giymemi istemiyor çok kıskanıyor bu yüzden giymiyorum" diyen bir zihniyetsiniz siz.
Ya da sizi dolandırdığını bildiğiniz halde,"Gökçek'e doğalgaz sayaçları feda olsun!" diyebilecek kadar küstah, bağnaz ve cahilsiniz.
Kendi görüşlerini ve isteklerini kenara atıp "o öyle istiyor diye..." mantığıyla kuklalaşmış insanlarsınız siz.


Kumandanızın yerini bile aramaktan aciz zavallılarsınız siz.
Ufkunuz gelişmemiş, tıkanmış kalmış,
Kendisine saygısı olmayan piyonlarsınız siz.

Vazgeçme!

Huzursuz ve kendimi halsiz hissettiğim bir gündü.Okuldan dönüyordum, otobüste cam kenarına oturmuş müzik dinlerken birden çok işe yaramaz, kimseye yararı dokunmayan biri olduğumu düşünmeye başladım. Saçmaydı belki, ergenliğe yeni girmiş veletler gibi düşünüyordum ama bence her insanın bunu düşünmesi gerek "bu dünyada ne işe yarıyorum?" diye.
Neyse n'apsam n'apsam dedim, aklıma bir fikir geldi..."kan vermek". Evet birden esti işte. Canım deliler gibi kan vermek istiyordu artık. Üstelik kansızlık sorunu çeken biriydim. Ama önemsemedim bunu.
Zaten indiğim durağın karşısındaydı kan merkezi, giderken Pelin'i aradım "ben kan merkezine gidiyorum, kan vereceğim" dedim o da şaşırdı "nerden çıktı şimdi?" dedi.
Gittim kan merkezine tabi içimden düşünüyorum "ne kadar sürer acaba? ne gibi testler gerekli" falan diye..
Girdim içeri çok kişi yoktu, gerçi benim beklentime göre kalabalık sayılırdı aslında. Bir form dolduruluyormuş onu doldurdum ve çağırılmayı bekledim.Bekledim...bekledim....bekledim....Yaklaşık iki buçuk üç saat bekledim o "çok kişi olmayan yerde".Sıkıldım Pelinle konuştum telefonla, beni vazgeçirmeye çalışıyor, "bekleme ya hadi bana gel" diyordu. Ama hayır...o kanı verecek ve kendimi iyi hissedecektim.
Neyse sonunda sıra geldi birkaç soru sordu hemşire, öteki parmağımdan kan aldı, sonra bir doktor geldi ve "piercinglerini ne zaman yaptırdın?" dedi, 12 ayın geçmesi gerekiyormuş.Zaten baya olmuştu yaptıralı.
Sonra sondan bir önceki aşamaya, doktorla görüşmeye geçtim, içimden "az kaldı" diye sayıklıyordum çünkü beklemekten oldukça sıkılmıştım.Çok şeker bir doktor hanım sorular sormaya başladı, en son ne zaman hasta oldun, ne ilaçlar kullandın gibisinden...İçimden "noluyoruz lan?" demedim değil...Ve konuşmanın sonunda bombayı patlattı..."kanını almayacağım"...."heh aq dedim, süper!". Bayramdan önce hastalık geçirdiğim ve üzerinden 10 gün geçmediği ve kanımda bilmemne değerleri düşük olduğu için kanımı almadı. "Peki" dedim teşekkür ettim.Ama içimden ana avrat düz gidiyordum tabi.Kan merkezinden çıktım.
Lanetlerime devam ederek hızlı hızlı yürüyordum. Yaklaşık 3-4 saatimi "boşa" harcadığımı düşünüyordum.Ama sonradan farkettim ki kan merkezinden çıktığımda kan verememiş olsam da bir rahatlama vardı içimde.Sanırım vicdanımın rahatlığıydı bu. Ben duyarlılığımı göstermiş, yardım etmek istemiştim insanlara.
Yürürken Özge'nin annesiyle karşılaştım, "kan merkezinden geliyorum böyle böyle BUNDAN SONRA İYİLİK YAPAYACAĞIM, İYİLİK YAPINCA BELAMI BULUYORUM" dedim. O da "n'olursa olsun iyilik yapmaktan vazgeçme!" dedi."Haklısın" dedim ve eve yürümeye devam ettim.


Doğru söylemişti gerçekten de vazgeçmemek gerekiyordu, Arh+ kana sahiptim ve kanımın değersiz ve çok bulunur olduğunu düşünüyordum hatta kan merkezine giderken çekindim "almazlar mı acaba?" dedim ama o gün o kan merkezinde bir sürü Arh+ arayan insan vardı=)
Sadece sağlık konusunda değil her konuda iyilikten vazgeçmeyin, düşünün "neye yarıyorum, bana ihtiyacı olan ve yardım edebileceğim insanlar var mı?" diye.
Sadece kendiniz için yaşamayı bırakın.

Saklanbaç


koruyabilir mi kalkanlar seni hayatın gerçeklerinden
ya da hangi güneş gözlüğü gizleyebilir korkularını
hangi şarkı iyileştiribilir kırıklarını
hangi şemsiye sağlar kupkuru kalmanı
ya da kuru olduğunda üşümeyeceğini mi sandın sen?

gökyüzünün zıttına bakıp hızlıca yürüyerek
farkedilmeyerek,
rahatsız edilmeyerek,
geçip gitmek ve yine o
yalnızlığınla buluşmak mı istiyorsun?

gözyaşlarının ardına gizle bütün güçsüzlüğünü
gülücüklerin ardına sakla hıçkırıklarını
hadi güçlü görün!
ve kimseye ihtiyaç duyma,
reddet sana uzanan elleri.

bütün duyguları, değerleri, inançları kaybettiğini düşün.,
sana yapılan yardım çağrılarının ardında yatan egoizmi...
gülümse şimdi.
için acısa da belli etme.
ve yine hızlı adımlarla yürü,
ahmak ıslatan yağmurda şemsiyesiz koştur ona
seni bekleyen
ve peşini bırakmayan ona
yalnızlığına..

16 Aralık 2008 Salı

siper

kapattım kapılarımı arkasında bekliyorum kırıklıkların gitmesini
aralığından soğuk esintiler giriyor içeri ürpertiyor bedenimi
diken diken oluyor tüylerim, daha da sabırsızlaşıyorum
korkutuyor dışarıda ki kargaşa
daha da üşütüyor gittikçe
korkuyorum
açamıyorum kapılarımı
ve yutuyorum anahtarını
gittikçe yalnızlaşıyorum
ıssızlaşıyorum
sessizleşiyorum
kayboluyorum
bulamıyorlar
...

29 Kasım 2008 Cumartesi

Beklentilerinizi küçültün, daha az kırılın.

Sürekli birilerinden, birşeylerden beklentiler duyarız. Aldığımız kazağın bizi sıcak tutmasını, içtiğimiz kahvenin kıvamının bizi memnun etmesini, sevgilimizin bizi aldatmamasını, ailemizin cebimizi sürekli doldurmasını, okulumuzun bize iyi bir eğitim vermesini, çalıştığımız şirketin bize iyi maaş vermesini, kedimizin akıllı olmasını ve etrafa pislememesini.....diye sonsuza kadar gider bu böyle.

Temel beklentiler dışında bazen aşarız kendimizi, gece yattığımızda kurduğumuz hayallere kaptırmışızdır belki de kendimizi...Olamayacak beklentiler içine gireriz. Kafamızda bunun planını kurar kurar mutlu oluruz. Dikkat dikkat hayal kurmaktan bahsetmiyorum -ki hayal kurmak konusunda benden aşmışı yoktur- benim bahsettiğim hayalin ötesine, başka bir boyuta geçmek, beklentiler dünyasına dalmaktır. Varoş bir cümle olacak belki ama ciğeri beş para etmeyen adamdan akıllı uslu bir sevgili olmasını beklemek, derslere girmediğin halde okul ortalamasının yüksek olmasını beklemek, durumu orta halli olan aileden onları aşacak vaadlerde bulunmak, disiplinsinsizce davranıyorken işyerinden terfi beklemek...
gibi gibi.

Beklentileriniz ne kadar yüksek olursa, hayal kırıklarınız da aynı doğrultuda büyür.
Beklentilerinizi küçültün, daha az kırılın.

Ha şu üstteki iki cümleyi başka tarafından anlayacaklar için söylüyorum beklentilerinizi küçültün derken "hayattan hiçbirşey beklemeyin, uğraşmayın, çabalamayın, nasılsa hepsi hüsranla sonlanacak koyverin gitsin." demiyorum hea. Ergenliği aştık sanırım hepimiz. Sadece çapınızı bilin, çapınızı genişletmenin sadece sizin elinizde olduğunu unutmayın diyorum. Bir de sizin elinizde olmayan şeyler vardır; insanları değiştirmek, geliştirmek. Yani insanlar üzerindeki beklentileriniz daima minimum seviyede olmalıdır. Çünkü hepimiz biliyoruz ki dünya değişti, insanlar bencilleşti, anlık hazlar doğrultusunda gelişti arkadaşlıklar ve sığlaştı. Bu konuda beklentilerinizin hüsranla sonuçlanması muhtemel. İlişkiler karşılıklı çıkar alış-verişine döndü.
Kankam hesabımı öder, sevgilim cinsel ihtiyaçlarımı karşılar, sınıf arkadaşım notlarını benle paylaşır, mahalle arkadaşım benim için kavgaya karışır....şeklinde. Neyse bu konuyu önceki yazılarımda işlemiştim, geçiyoruz.

Sadece ama sadece kendinizden yüksek beklentileriniz olsun, buna bir çeşit kendi kendine gaz verme biçimi de diyebiliriz. Kendimizle ilgili beklentilerimizin çıtası yükseldikçe, kendimize olan inancımız güçlenir, yapabileceklerimizin ve aslında kumandanın kendi elimizde olduğunu anlarız. Onu nasıl kullanacağımızı öğrenmeye, kendimizi keşvetmeye başlarız.

Yolunuz da açık olsun farınız da.

27 Kasım 2008 Perşembe

GEN

Çoğu evde anneler tarafından söylenen bir cümledir bu "babası kılıklı".
Ama nedense bütün kötü özellikler babadan alınmıştır, iyi birşey yaptığında falan
"heh aynı ben" diyerek şahıslarına münhasır mütevazılıklarını gösterirler.
Babası kılıklı genelde en kibar halidir, onun dışında "genlerini sikiyim senin,
gavurun/domuzun dölü, babasının modeli" şeklinde de söylemler vardır.Hayır boku babama
attın anladım da bunda benim suçum nedir? Siz çiftleşmişsiniz sonunda benim
gibi biri iyi kötü çıkmış ortaya. Sizin içgüdüsel davranışlarınızın "dırdırlarını" neden ben çekiyorum?
Bana kimse sormadı bu boktan dünyaya gelmek ister miydin diye. Ha sorsalardı "bir arkadaşa
bakıp çıkıcam" diyerekten göz atmak isterdim belki şööyle, ama öyle bir seçeneğim olamayacağına göre
doğmamış olurdum hiç.Ay neyse ne saçmalıyorum ben.
İşin özü prezervatif kullanın abicim.

26 Kasım 2008 Çarşamba

ıssız adam ve hatırlattığı hissizlikler. . .


çok konuşuldu, çok beğenildi, çok ağlattı insanları...
gittim ben de...
izledim...
ağladım...bolca hem de.

ağlarken neden ağladığımı düşündüm.
sadece hikayeye, karakterlere ağlıyordum diğer insanların aksine.
diğerleri, filmde kendi geçmişleri, eski ve belki de istemeden yaşamak zorunda kaldıkları
ayrılıkları hatırladılar ve ağladılar...
kimbilir vardır belki benim gibiler de...
benim gibi duyguları sönük, geçmişini ve geçmişindekileri zerre kadar özlemeyen
duygusuz gözyaşı döken...
sıcacık gözyaşlarının ardında buz gibi bir kalp barındıran.

keşke içine kalbimin atıp buzlarını çözdürebileceğim bir mikrodalga fırın olsaydı...
tekrar sızlayabilse...acı çekebilse...heyecanlansa.

ööfff hadi.
duygularımı geri istiyorum.

19 Kasım 2008 Çarşamba

şeffaf insan

Seviyorum lan eksik, kötü, zayıf yönlerini açıkça ve içtenlikle ortaya döken insanları...

..kendini kötüleyerek "aslında ben çok şeffafım" imajı çizmeye çalışan insanlardan bahsetmiyorum tabi.

Ne bileyim iyi, övünülecek, güzel noktalara değinmek kolaydır, ama tepkilere, yorumlara, bakış açılarına kulak asmayıp "ben buyum" diyen, önden baktığınızda arkasını görebileceğiniz insanların az olduğunu düşününce, öpüp, sarıp sarmalayasım geliyor bu tür insanları. Endişe etmiyorsunuz onları dinlerken, onlarla paylaşırken çünkü. . . arkalarında yalanlar, tezgahlar, hayal kırıklığı yaratacak silahlar saklamıyorlar çünkü.Muahh lan.

yarım elma gönül alma...

18 Kasım 2008 Salı

KÖSTEK

Anlamadığım, üzerinde çok düşündüğüm ama yine anlayamamaya devam ettiğim bir konuya değineneceğim bugün.

Hayatımızdan eksik olmayan köstek'ler. Bizi hep olumsuz eleştirileri, karamsar tahminleri ile olumsuzlaştırmaya meyilli zatlar.
Fikrini merak ettiğiniz insanlara sorarsınız gaflete düşüp...Hatta bazen sormazsınız bile, direk atlarlar.

+"Abi medya sektörünü düşünüyorum ben."
-"Oğlum manyak mısın? Medya sektörü yerlerde, aç kalırsın valla, hem sırf sürünmece, boşver bence sen."
+"Hımm."

Hemen saydırırlar vazgeçmeni, "yaa öyle mi?:/" demeni beklerler.Zayıf kişilikli, insanların fikirlerini kendikilerinden üstün tutan insanlar için yeterlidir bu.

+"Ayşe saçımı mora boyamak istiyorum, yıllardır aklımda vardı boyasam mı sence?"
-"Yaa kızım iyi güzel de çabuk akıyor öyle renkler ya, hem çok dikkat çekersin, rahatsız olursun tepkilerden falan."
+"Hımm haklısın belki de."


Sürekli köstekleyici yorumlar. Kendi fikrini karşı tarafa kabul ettirme çalışmaları.
Zayıf kişilikler dikkat, hayallerinizi, isteklerinizi, fikirlerini üç beş kişinin yorumu, endişesi, önyargısı, egosu uğruna çöpe atmayın.
Her zaman kendi istekleriniz doğrultusunda ilerleyin.
Nasihat dinlemeyin demiyorum dikkat, siz anladınız beni, umarım.
Mesela şu an benim yaptığım nasihat vermek mi emin değilim, sadece tavsiye diyebilirim.
Başkalarının fikirleri peşinde koşmak isteyenlere şimdiden geçmiş olsun.

17 Kasım 2008 Pazartesi

Aslında hep içimizdekiler...

Hayatımızda bazı insanlar vardır.
Hiç görüşmüyor, hiç konuşmuyor
hiç dertleşemiyor, hiç paylaşamıyorken duygularımızı
onlarla
Yine de onların orda bi yerde oldukları
gerçeği mutlu eder, huzur verir bize
N'olursa olsun orda kalsınlar isteriz
Belki en yakınımızdaki kişilerden çok daha fazla
kaybetmemek isteriz onları
Kopmuş gibi olsak ta onlardan, aslında kopmamışızdır,
herkesden fazla güç verir varlıkları.
Geçmişimizi, güzel anılarımızı paylaştığımız insanları çıkarmak
istemeyiz hayatımızdan.
İçimizde yaşatırız onları
Eski dostluklar, eski kan kardeşleri, evcilik oyunlarımızın, ilkokul sıralarımızın,
lisedeki kankalarımızın, çok uzakta da olsa aslında çok yakın olan tüm insanların...
yeri apayrıdır biz de hepsinin.
Hepsi ayrı bir iz bırakmıştır hafızamızda,
İz bırakanlar unutulmaz demiş sevgili grup Vega.
Unutmamak lazım o zaman,
Öldürmemek lazım içimizdeki anıları.
Tozlu sayfalara gömmemek lazım.

10 Kasım 2008 Pazartesi

Ata'ya özlem. . .

10 Kasım saat 9'u 5 geçe....Uyuyordum bugün.Duymak istemedim o sirenleri. Çok kötü oluyordum çünkü her seferinde, kanım donuyordu o sireni dinlerken...Ama yine gizleyemedim gözyaşlarımı, televizyonu açıp haberleri izlemeye koyuldum.Seni gördüm...sesini duydum, son nefesini verdiğin yatağını gördüm...Ağlıyorum Ata'm ağlıyorum senin için, erken gidişin için...ülkemin düştüğü bu berbat durum için...Hep içimde "sen olsaydın" deyişler...Görüyorum etrafımda senin fotoğrafların, herkes seni konuşuyor, herkes senin yasını tutuyor.Seni seven de sevmeyen de senin yasını tutuyor.Asıl neye ağlıyorum biliyor musun Ata'm? Seni anlamayanlara, senin miraslarını köreltmeye çalışanlara karşı hiçbirşey yapılamamasına ağlıyorum.Bu ülkenin "başına" gelenlere ağlıyorum.Ama bir yandan da seni seven insanları görünce umutlanıyorum.Seni bize unutturamayacaklarını bildiğim için içim rahat.Ama mesele seni unutmak değil, mesele senin devrimlerini koruyabilmek..gericilere prim vermemek.İşte beni korkutan ve üzen bu.Seni seviyorum, seni özlüyorum, seni anlıyorum,senin değerlerine sahip çıkıyorum, seni unutturmuyorum.
Bu millet haysiyetini, şerefini, soyunu, soyadını, özgürlüğünü, herşeyini SANA BORÇLU.
İyi varsın Ata'm, iyi ki bizimlesin, iyi ki içimizdesin.
Asla ölmeyeceksin.

6 Kasım 2008 Perşembe

KRİZ


Kriz geliyorum diyor, belki sesi uzaktan boş geliyor, önemsenmiyor, fırtınadan önceki esintiler belli ki rahatsız etmiyor, hükümetceğizi. Dolar tavan yapmış, piyasalar durgunlaşmış, halk alışverişten çekiniyor. Ama "sayın" Başbakanımız "hamdolsun" diyor. Olsun olsun.Nasılsa sen zengin ettin yedi sülaleni... Dolar yükselmiş, fazla da düşmeyecekmiş, pc ve fotoğraf makinası alma hayallerimi erteliyorum bu yüzden.(ÖTV'ye de ayrıca lanetlerimi iletiyorum.)

Medya sektörü desek yerlerde, kanallar, ajanslar işçi çıkarmanın peşinde...belli ki diğer sektörler de aynen öyle...
Yandık ki ne yandık, 3 şeye 5 kuruş verirken şimdi 9-10-15 kuruş vereceğiz. Alıştık ama halkçana böyle ezilmeye, baştakilerde ezmeye.Halbuki KDV oranları düşse ne rahatlar şu halk değil mi?Zaten verdiğimiz vergilerin nereye gittiği ortada, ya lalelere gider, ya milletvekili yakınlarına.Doldurun doldurun ceplerinizi, bu halk nereye kadar sabredecek bakalım.

30 Ekim 2008 Perşembe

Blog nedir? Neden yazılır? Neye yarar? falan filan...



Günümüzde oldukça fazla kullanılıyor bu blog olayları, ben de uzun zamandır blog tutan biri olarak değinmek istedim bu konuya.
Blog nedir?Neden yazılır? Neye yarar? vs vs. . .
Blog benim görüşüme göre bir rahatlama, sesi duyurma, duyguları ve düşünceleri paylaşma platformudur.
Seni anlatması için vardır o yazılar hiçbirşeyi kanıtlama amacı yoktur.Ne çok yaşanmışlık gerektirir ne de kelime dev gibi haznesi.En ufak bir travmada sayfalarca yazı yazabilirsin, döke döke bitiremessin hissettiklerini. Paylaşmam gerek hissettiklerimi ya da düşündüklerimi dersin. Belki yalnız hissediyorsundur kendini, belki çok kızgınsındır kalp kırmamak için dökersin satırlarını...belki....belkilerin sonu gelmez heralde.
İnsanoğlu bu, karmaşıktır duyguları, bazen saçma, bazen anlamsız, bazen isyankar, bazen çok bilmiş, bazen karışık, bazen yalnız, bazen kibirli, bazen de öfkeli...
Hesap soramassınız, neden diye, yargılayamazsınız onu, saçma bulabilirsiniz ama saçma olduğunu iddia edemezsiniz. Tercihinize bağlıdır zaten, genelde kimse gözünüze sokmaz yazdıklarını en fazla reklamını yapar, tıklayıp okumak ya da okumamak size kalmıştır. Okuyup beğenmemekte size kalmıştır.
Kimsenin ihtiyacını gidermek için yazılmazlar, ama bazen neşelendirir, bazen hüzünlendirir, bazen düşündürür yazdığınız satırlar, bazen "aa ben de böyle düşünyorum/hissediyorum, aa benim de başıma geldi bu" dersiniz kendinizi görürsünüz satırlarda, hoşunuza gider "yalnız değilmişim" dedirtirler size...Ama en büyük yararı yazar kişiyi rahatlatmasıdır heralde, düşüncelerini bir şekilde aktarır, paylaşır ve deşarj olursun...

Şimdi bu yazıyı merak edip okursanız tabi ki ne mutlu bana, beğenirseniz mutlu da olurum hatta.
Böyle işte, yazıyoruz, rahatlıyoruz, beğeniliyoruz ya da beğenilmiyoruz hiç problem değil, aynen devam....
=)

29 Ekim 2008 Çarşamba

Dost'a özlem....


Yıl 2000.Babam iş çıkışı veteriner bir arkadaşınla geldi, iki tane köpek getirmişler, seçin dedi abimle bana birini.Biri uzun siyah beyaz tüylü diğeri ise kısa ve simsiyah tüylüydü.Karar veremedik önce sonra severken tesadüfen patisini verdi simsiyah olan.Böylece kaderini çizmiş olduk onu isteyerek.Adını ben koydum, Rocky olsun dedim.Bahçede babam ona çok güzel bir klube yaptı.Senelerce çok eğlendik, çok alıştık ona. Kışın kar yağdığında bayılırdın yerdeki karların üzerinde sürünmeye, kar yerdin deli gibi kızardım hasta olucaksın diye.Yandaki teyzenin evinin çatısına çıkar tepemize atlardın, mutfağın camına kollarına koyar içeri bakardın, teyzem her bize gelişinde onu ilk sen karşılardın,o da seni dudağından öperdi, arabalardan korkardın, sudan korkardın, kedilerden korkarın, sana kedi gibi köpek derlerdi, ben hayır "fare" gibi köpek derdim,ama sen hiç alınmazdın bize yine severdin, ramazanda geçen davulcudan nefret ederdin, sabah ezanına uyuz olur havlar dururdun.Uzaktaki mahallelerdeki köpeklerle havlayarak iletişim kurardın, bütün mahalleyi uyutmazdın, sonra klubenin kenarlarını kemirir parçalardın, babam onarır sen parçalardın. Sonra bir gün hastalandım, yaşlıydın ama 8 sene olmuştu bizimle yaşayalı, bizden biri olmuştun erkek kardeşim diyordum sana.Ama çok hastalandın, veterinerler çaresiz kaldı.Bir akşam annem seni kaskatı kesilmiş halde buldu bahçede....hareketsiz, soğuk, sessiz.... Sana sadece bir kere baktım,bakamadım, dokunamadım... Çok özlüyorum seni, çocukluk arkadaşımı...erkek kardeşimi.... Eğer bir yerden beni izliyorsan sakın gözyaşlarımı görme olur mu? Seni çok seviyorum.

Ey Özgürlük!!

Blogger açılmış sonunda, kavuştum bloğuma =))

14 Ekim 2008 Salı

Hasta nazı sendromu...


Cumartesi gecesi başladı halsizliğim, anladım hemencecik şifayı kaptığımı..."Ulan okul da yeni başlıyor adam gibi gidemedik zaten." dedim içimden.
İşte o günden beri yatıyorum.Okul zaten haftanın 3 günü 2 si gitti yarın kaldı.Onu kaçırmasam bari, neyse.
İlk kez galiba bu kadar aleni şekilde kişisel bir yazı yazıyorum.Bunun açıklaması yazının başlığında saklı zaten; "hasta nazı sendromu...".Normalinden çok daha fazla mızmız oluyor insan, sürekli şikayet, bitmeyen istekler, aniden parlamalar....
Bazen şöyle kendime bakıp, "ulan ne çekilmez hatunum" diyorum.Neyse geçici bir durum sanırım bu.İnsan günlerce aynı yerde götünün üstünde yatınca, internet ve televizyon dışında bir aktivitesi olmayınca sapıtması pek te anormal sayılmaz aslında.Beni anlamanız için şu gripli halimle açıklama yapıyorum sizlere(hıh).
Belki de bahanedir diye düşünüyorum sonra, yani insan bazen şımarmak bazen olduğundan daha fazla ilgilenilsin istiyor kendinle.Şifayı kapmak ta en kolay yolu sanırım.Ama kötü yanı da var; daha kırılgan oluyor insan.Uyandım bugün mesela, önüme bir çorba koyan olmadı, dün annem tepsiyle getirmişti önüme, peki bugün niye böyle oldu?Hastalığımın 3. günü diye sanırım, "fazla uzun süren hastalık anne usandırır" demişler değil mi? =)))
Ama iyileşmedim ben, tamam daha iyiyim ama yine de hâlen hastayım, yatıyorum falan.
Bazıları var geçmiş olsun bile demediler, "amaaan herkes te grip yahuu" düşüncesiyle arada kaynadık iyi mi?

Şımarmak benim de hakkım, ilgi istemek benim de hakkım(hıh).
Şimdi bu yazıyı okuyup "zavallı küçük kız" tribine girenler olabilir, haydi biraz daha uğraşın bulun zayıf noktalarımı ve tek vuruşta yere indirin beni en kısa zamanda.
Amaan sizle mi uğraşıcam yahu, hastayım ben.

"Anneeeee, şeftali suyumu getirseneeeee!
Anneeee!
Annee???
Puuffff!".

13 Ekim 2008 Pazartesi

Nabruk'tan deneysel tarifler...

Başlığı okuyup "nasıl yani??" demeyin =)
Yeni oluşturduğum bloğumda bundan böyle kendi deneysel tariflerimi sunacağım sizlere.
Tabi önce şu gribi atlatmam lazım...=)

Nabrukun deneysel tarifleri için;

TIKLAYINIZ.

9 Ekim 2008 Perşembe

hayallere kısa bir mola


Mutlu olmak için ihtimaller denizine atarsın kendini,
iyi hissetmek için.
herşeyin daha iyi olacağına inandırırsın kendini.
korkarsın,
çünkü umutların boşa çıkabilir
ama elinin tersiyle savurursun kötü ihtimalleri.
geceleri uyuyamassın belki, belki insanlarla paylaşıp hayallerini,

daha da büyütürsün onları.
Sonra düşünmek istemediğin o kötü ihtimaller çıka gelir
ve tokat gibi çarpar yüzüne
bildirir haddini.

acı bir gülümseme kaplar yüzünü,
asmamak için kasarsın kendini.
zaten hayallerle oyalanmanın, mutlu olmaya çalışmanın ne kadar saçma olduğuna kanaat getirirsin.
bir acı gülümseyiş daha, kendine acıyan bakışlar.
akamayan gözyaşları ve ruhunda biriken denizler
sel olup herşeyi mahfedecek kadar taşkın,
ama bazen pes etmiş gibi sakin,
tek bir kıpırtı bile olmadan bekler durur içinde.

yeni umutlara saklarsın gülümseyişlerini

sadece acı olanlarını kullanmaya devam edersin.

böyle süregeleceğini bilirsin.
acı acı gülümseyerek gelmesini beklersin.

7 Ekim 2008 Salı

Hani çişin gelirde "abi çok sıcak oldu ben bir denize girip çıkayım." dersin ya, ben de göstermemek için gözyaşlarımı, yağmura karışıyorum, bir iki dolaşıyorum dışarda, bulutlara eşlik ediyorum ve beraber döküyoruz gözyaşlarımızı.

3 Ekim 2008 Cuma

Torba ağızlar ve silik "laf"ları

İyilerimle, kötülerimle, eksiklerimle, fazlalarımla, kusurlarımla, marifetlerimle, kederlerimle, sevinçlerimle, herşeyimle ortadayım. Tıkadım kulaklarıma, hiçbir gereksiz insanın, hiçbir lafını duymuyorum, hiçkimse önüme geçip görmek istediklerime parazit olamıyor, umursamazım beni üzmeye çalışanlara karşı, alaycıyım, kendini bilmeyenlere karşı, ne görev edindim hadlerini bildirmekte ne de içime attım kelimeleri, geri tepti tepkileri, silik kelimeler, kendilerine sekti, kendilerini küçülttü karşımda.Beni güldürdü, bir saniye bile düşündürmedi, eğlendirdi, bazen de acındırdı.Sadece yordular kendilerini, yoruyorlar, yoracaklar SADECE.Ben de gülmeye ve düşünmemeye devam edeceğim.Mutluyum, huzurluyum.

Devam... =)

27 Eylül 2008 Cumartesi

Hayko Cepkin ve Kösele Ayakkabıları?!?


Şimdi diyeceksiniz; "sanane kardeşim Hayko'nun ayakkabısından falan!". Hayko Cepkin denilen şahsın hayranı değilim, birkaç şarkısını severim, iki kere canlı izleme fırsatı bulmuştum vs vs.

Neyse konumuza gelelim, bir kanalda staj yapan arkadaşlarımdan duydum bunu, Harun Tekin ve Pelin Batu'nun konuğu olarak gelmiş o gün kanala ve programa kendisi.Hayranıdır bunu anlatan arkadaşım da üstelik.Büyük bir hayal kırıklığı içerisinde Hayko'nun giydiklerinden bahsetti; yeşil tişört, buz mavisi bir kot ve siyah sivri burun kösele ayakabılar. Kendisinin sahnede "ööarrrghhhhh hoşgeldiinööööazzzzz" deyişine şahit olan, ilginç giyim tarzı, çılgın ışık şovları, kan ve çamur banyolarını kocaman gözlerle izleyen insanlar için bu şok edici bir görünüş tabi ki.Ben pek şaşırmadım aslında, o hayran olduğumuz hollywood yıldızlarının günlük hallerini görmüyor muyuz allahaşkına??!!

Ama bu biraz daha farklı aslında, çünkü Hayko sokakta değil.Bir televizyon programında ve muhtemelen kendisini izledi hayran kitlesi.Onu izlerken ki yüz ifadelerini merak ediyorum şahsen eheh.Herşeyi anladım sevgili Hayko, ama o kösele sivri burun ayakkabılar beni bile şaşırttı açıkçası.Belki de kösele ayakkabıya-hele sivri burun olanlarına- olan nefretimin de bu şaşkınlıkta rolü vardır.Aranızda "aa şuna bak, pis şekilci!" diyenler olucak eminim.Ama bence asıl şekilci Hayko Cepkin'in ta kendisidir.Yani bazılarının sandığı gibi rock'n roll hayatı yaşamıyor kimse, Türkiye'de zor be:) Neyse bu kadar işte.Hayat sahnedeki kadar parıltılı olmuyor gördüğünüz üzre, ışıklar kapanıyor, müzikler susuyor, köseleler ortaya çıkıyor,bütün o süslü imaj
bertaraf ediliyor:)

Anket olaylarına girdim.

Artık ara sıra anket sunucam sizlere, hazırlamak benden, cevaplamak sizden;)

19 Eylül 2008 Cuma

Kayda-değmez Karakterler ve Ziyanlıkları

Bir insanın değeri kesirle ifade edilecek olsa; pay insanın kişiliğini
gösterir, payda ise kendini ne zannettiğini. Payda büyüdükçe kesrin değeri
küçülür.
Tolstoy

Yazıma bu alıntıyla başlamak istedim, aslında başka birşey yazmasam da olurdu, ama kendimden cümlelerle desteklemek isterim bu anlamlı alıntıyı. İnsanoğlunun sürekli, düşünen ve sürekli öğrenen bir canlı olduğunu hepimiz biliyoruz.Öğrenme, kişiliği geliştirme süreci biz ölene kadar devam eder. Bunun dışında kendi değer yargılarımız vardır, kendi sıfatlarımız, bize anlamlı gelen şeyler, güzel bulduklarımız...bunların hepsi insandan insana, karakterden karaktere göre değişen şeylerdir.

Benim siyah rengi sevmem, beyaz rengi sevenlerin zevksiz olduğunu göstermez.Ve ben bunu iddia edemem.Basit laf vardır ya; "zevkler ve renkler tartışılmaz." diye, işte aynen öyle.

Ama günümüzde şöyle bir alışkanlık sözkonusu; "benim beğendiğimi beğenmeyen zevksizdir, benim düşüncelerimi benimsemeyen beyinsizdir."
Fakat ne yazıktır ki bu kişinin gelişmemiş kişiliğinden doğar, insanların düşündüklerine, inandıklarına, beğenilerine, söylediklerine saygı duymayan ham kişiliklerdir bu zatlar.Saygı duyma erdeminden bir haber, sadece başkalarına değil, aslında kendisine de saygısız kişiliklerdir...
Üstelik patavatsızlardır da, düştükleri gafletin farkında olmayıp, pervasızca dalga geçerler karşılarındaki insanlarla, kendi zavallılıklarını görmeyip. karşısındakinin görüşlerini hiçe sayıp, eleştiri değil adeta saldırı zırhlarına bürünürler.Belki de aynı seviyesizlikte bir de karşılık beklerler.Bu tip insanlara söylenecek basit bir cümle vardır aslında; "beni eleştireceğine, kendini geliştir!"
Kullanmanızı tavsiye ederim, belki birşeyler dankk! eder belli mi olur:)Kendi çiğ karakterlerini pişirmeye çalışmayıp, başkalarını küçümseme çabaları sadece trajikomik bir davranıştır.Gülersin ama aslında acıyorsundur ister istemez.


Görüyorum etrafta böyle insanlar, gülüyorum bende.:)
Ve yine güzel bir alıntıyla da yazıma son veriyorum.

"Şevkat-ü merhamette güneş gibi ol,
Kusurları örtmede gece gibi ol,
Sehavet-ü cömertlikte deniz gibi ol,
Hiddet-ü asabiyette ölü gibi ol,
Tevazu ve mahviyette toprak gibi ol,
`Ya olduğun gibi görün,
Ya göründüğün gibi ol`."
Mevlana

4 Eylül 2008 Perşembe

-iyi gün dostları-

"Nasılsın?" sorusuna "iyiyim,sen?" diye cevap almaya alışmış insanların işine gelmiyor diğer cevapları duymak.Hep mutlu ve sorunsuz olmanı bekliyor bazı "tür" insanlar.Mutlu, neşeli, sağlıklı olduğunda her zaman yanında olduklarını görürsün,ama sıkıntılarını 5 dakika dinlemeye katlanamaz böyle tipler,bir şekilde kıvırıp olay mahallinden hızla uzaklaşıverirler,sen de kalakalırsın öylece.Bunlara -iyi gün dostları- diyoruz biz kısaca.
Bu tipler hemen hemen her ortamda kolayca farkedilebilir, tanıştıktan kısa bir süre sonra "nerelerde takıldığını" sorarlar mesela, telefonunu ister ve en uygun zamanda eğlenceye çağırırlar seni,ertesi gün moralin bozuk olsa ya da hasta olsan telefonun asla çalmaz ama onlar tarafından.Çünkü arkadaşın değildir onlar.
Hızlı,kolay,basit, mide bulandırıcı, onlara göre "eğlenceli" hayatlarını görünce öyle olmadığına şükreder ve bi bakıma mutlu olursun.Heralde tek yararları da budur.
Hadi kabul edin; bencilsiniz.Anlık mutluluklar peşindesiniz ve işinize gelmediğinde anında yön değiştirebilirsiniz.
Hadi ama, zor değil.


Neyse hastayım zaten fazla yormayım kendimi.
Gerçi bundan sanane değil mi?
eki eki

30 Ağustos 2008 Cumartesi

bana birşeyler katıyorsunuz aslında farkında olmadan ve belki de farkında olsaydınız uzak durmayı tercih ederdiniz benden.

Çağın vebası; EGO(kaybolan insanlık)

Çağın vebası dediğimi bakmayın, ego dediğimiz şey insanoğlunun en vazgeçilmez ihtiyaçlarındandır, insan sosyal bir varlıktır ve toplumda bir role sahiptir, bazı şeyleri sahiplenir, bazı özelliklerini ön plana çıkarır, bunların temel nedeni toplumda saygı görmek, beğenilme duygusu, kısaca egoları tatmin etmektir.Dikkat edin her davranışın altında dikkat çekme arzusu yatar, öyle olmadığını söyleyenlerde yalan söylemiş olduklarını gizlemeye çalışırlar sadece.Tabi bu tarz doğal istekler zamanla toplumda insanlar arası rekabete yol açar, ayşe fatmadan daha güzel ve dikkat çekici olmak için saçını mora boyar, ahmet arkadaşları arasında daha "popüler" olmak için daha çok espri yapar, kızlarla daha iyi anlaşmaya bakar.Örnekleri çoğaltabiliriz, rekabet, hırs ve kıskançlıkla birleşince ortaya daha çirkin şeyler çıkar.Rekabetten çok bir savaşa dönüşür bu durum.Rekabet duyguları, kıskançlık ve kibirin altında eziliyorsa bu kişiler, karakterlerinin oluşumunu tamamlamadığını gösterir.Yani ilgi çekmediğini ve başkasının ondan daha fazla ilgi geçtiğini düşünen insan zavallı duygular içerisinde, can havliyle silahlarına davranır ve kendini batırmaya devam eder.

Ey seni zavallı!
Hiç mi düşünmezsin yarınını,
Ego uğruna harcamaya çalıştığın insanları,
Sil at kafandan, kaldır kafanı,
İşte o zaman, saygı görürsün.


İçimden geldi,dışıma vurdu.Sadece düşüncelerimi yazdım
,her zaman yaptığım gibi, her zaman "sadece" hissettiklerimi yazdım kağıtlara, ekrana...
Hiçbir zaman başkasını basamak olarak görmedim, hiçbir zaman insanların yaptıklarına takılmadım, ben neleri kıskanırım biliyor musunuz sadece, ben sadece insanların dostluklarını ve başarılarını kıskanırım, kıskanmaktan kastım özenirim, "ne güzel lan" derim."Aman şunların arasını, aman şunun işini bozayım, aman şuna laf sokayım moralini bozayım" demem.Diyenleri adam yerine koymam,koymadım,koymayacağım da.
İşte böyle biriyim ben, samimi görünmeye çalışıpta yılanlık yapan "şirincikler"den değilim. İnsanların mutluluklarınla gülebilen, morali bozuk olduğunu anladığım ve "hiç" tanımadğım birine "neyin var?" diyebilecek kadar insanım.Ama görüyorum ki insanlık bitmiş.""Neyin var?" sorusuna en azından "ilgilendiğin için sağol" demeyecek kadar körelmişsiniz, şişmiş egolarınız, kalabalık gruplar halinde arkadaşlarınız, farklı tarzlarınız,elinizdeki biranız, körelmiş ruhlarınız, samimiyetsiz suratlarınız,günlük aşklarınız,iki satırlık silik karakterlerinizle size hayatta başarılar.

Uzak durun yakınıma,ben böyle iyiyim.

27 Ağustos 2008 Çarşamba

imkansızlık bağımlısı

özlemek...gözlerini kapadığın an bütün olumsuzlukları kafadan atıp, sadece güzel olan şeyleri düşünmek....bir çeşit kendini kandırmak bu, ama anlık mutluluğu sağlayan bir kılıf....gülümsemek güzel şeyleri düşünüp, yaşananları...özlemek ve istemek....sonra somurtmaya başlamak...sonra yine gülümsemek, onun gülüşünü düşünüp gülümsemek, onun sıcaklığını hatırlayıp ısınmak...sonra kahretmek herşeye...keşkeler, keşke olmasaydı deyişler, keşke hiç başlamasaydı ve bitmeseydi deyişler...sonra vazgeçip iyi ki yaşanmış herşey diye iç çekişler...bir hüzün üç tebessüm, bir keşke üç iyi ki...umut besleyişler ve onu takip edip yoketmeye çalışan imkansızlıklar...rekabet halindeki tebessüm ve somurtuşun savaşı...kazananı yok, ödülü yok, kaybedeni yok, bu savaşın süresi yok...ağlamak istediğin an, gözlerin yanmışken ve dolmuşken...donakalmak....ve gözyaşlarının onunla geçen zamanı düşünürken tebessüm ettirdiği dudakları nemlendirmesi...onu hep sevmek istemek ama kafamdan silebilsem keşke deyişler...o beni unutsun ama kimseye dokunmasın, kimseyi kıskanmasın, sevmesin diye düşündüren paylaşamama duygusu...arada kalma duygusu...vazgeçememe....bi tür bağımlılık...tedavi istiyorum, acil.

12 Ağustos 2008 Salı

hayatın gösterdiği NAH'lar bitse bi yerde keşke

son yudumumu içtim biramdan...ohh dedim sonra,hafif uykum var, gözlerim kapanmakta, ellerim uyuşmakta, yine o şarkıyı dinliyorum, yine o melodi çınlıyor kulağımda tutamıyorum ellerimi, bırakıyorum, onlarda yazmaya vuruyorlar kendilerini, hadi bakalım diyorum, yaz kafandan geçenleri! sakın silmeye kalkma geri, yaz hadi ve rahatla, ne kork ağzı bozuk cümlelerden, ne de alınmasından kork birilerinin, küfürler yağdırasım geliyor yine satırlarıma, ama içimdeki salon kadını sus diyor pranga vuruyor ellerime,susmalıyım yada konuşmalıyım ellerim yorulana kadar,tırnaklarımda çok uzamış ses çıkarıyor sanırım yazarken, yavru kedilerim uyanır mı sence? yalnızım sevgili sanal defterim yalnıızm ve mutluyum mutlu değilim ama mutluyum, ya da mutlu değil de memnunum, hiç durmadan yazmak geliyor içimden, yine o şarku yine o satırlar,yine yalızlığa vurulmuş satırlar, yine zavallı ruh halleri, yine boşluklar,yine dolduracak şeyler bulamama telaşı, yine bir adet ben yiine bu siyah sayfa, yazmaya devam et diyor tanımadığım insanlar,buyrun devam ediyorum,ellerim bilinçsiz,sorgusuz sualsiz yazıyorlar, en güzeli aslında HİÇBİRŞEYYY DÜŞÜNMEMEKKK yazmak öylesine umarsızca,sıkılıyorum bazen bu halimden,ahhh o şarkııı,delirtiyor beni bir şizorfrenin girdiği sinir krizine girmek istiyorum, ve sanki sevişmek bu şarkı eşliğinde, hangi şarkı mı?listemdeki ikinci şarkı bebeğim?bbeim derken?kim lan ? bana ihanet mi ediyorsun yoksa?? skeri belanı kaşar!!!!!!!!!
ay pardo bazen kendimle çatışırım da....şarkıdan olsa gerek yine...
ne kolay olmuş seni seviyorum demek...deme lan bana seni seviyorum falan,kimse demesin ililkleinde hiisedene dek....


SEVMEYİN LAN BENİ!İNANMIYORUM O PİSLİK RUHLARINIZA...

tamam yazmıcam daha...

yok lan yazıcam..ama çizgimi bozmak istemiyorum sevgili sanal kağıt, böyle yalnız zavallıı.siktiri boktan bikaç yazı sanırım ya da bunlar..

koyver gitsin.

31 Temmuz 2008 Perşembe

Silgim kalemimden önce bitiyor...

Evet,silgimin kalemimden önce bittiği dönemlerdeyim, hep eksik tutuyorum birşeyleri, ya da fazla, gereksiz olanları.Sonra yazacak sayfam kalmıyor. Çaresizce üzülüyorum, zaman geçiyor yeni sayfalar geliyor önüme...yine aynı şeyler..Silgimin gücü yetmiyor yaptığım yanlışlara, kalemim çaresiz, sayfalarım karalanmış ve harcanmış, ellerim yorgun ve pişman..."Keşke"yle başlayan cümlelerim "iyi ki"yle bitmeli artık.Yorgun olmayan bir el, az kullanılmış bir silgi, bitmek üzere olan bir kalem, az ve öz cümleler barındıran sayfalar....Zor değil sanki.

29 Temmuz 2008 Salı

akıp giden değerler

Her gözyaşı bir çentik duvarımda,her gözyaşı bir eksik parça ruhumda yerlere akıp giden...Eksiklerimi,yanlışlarımı,farkında olmadıklarımı hatırlatmaya çalışan gözyaşları...Her fırsat buluşunda özgürlükten uzak özgürlük düşkünü gözyaşları,karışık üç beş satır,karanlık ve anlamsız birkaç fotoğraf karesi,ruhu titreten,darma duman eden birkaç şarkı,birkaç nota,damakta hoş anılar bırakan birkaç tad,özlemle anılan,iç çekilen gülüşler,yalan yanlışta olsa yine söylenmesini istediğin nasihatler...sıcacık bir öpücük ruhunu ve bedenini dalgalandıran,güzel bir deniz manzarası gözünün önünden gitmeyen,yada içini acıtan o küçücük fakir kız çocuğu,saniyelik mutluluk veren tadlar,kokular,sesler,gülüşler,söyleyişler...hepsi akıp gider bir gün gözlerinden.

Sen!Yaşa.Yaşa ve tadını çıkar hayatın.

16 Temmuz 2008 Çarşamba

insanlara inanmıyorum

samimiyetsiz samimiyet gösteren insanlar...altında mutlaka bir çıkar yatıyordur eminim...yoruldum,gerçekten sıkıldım,kimseye güvenmiyorum,inanmıyorum,bana en yakın insanların sözlerinin altında bile kötülük arıyorum,ki haksız değilim,öyle ki insanlar sırtlarını onlara dönemeyeceğin kadar korkunçlar!gülücükler saçıp iyilikler yaptığın sürece sevilir ve sayılırsın,ama iki arama,bi süre görüşme anında unutulursun,sevdiğini sandığın insan saniyesinde normal hayatına geri döner ve sen üzüldüğünle,değer verdiğinle kalırsın....neyse ya neyi kime anlatıyorum,kimi kime şikayet ediyorum...boşa yoruluyorum.

sığ kişilikler,sığ arkadaşlıklar,sığ ilişkiler....


sıkıldım,hemde çok.

10 Temmuz 2008 Perşembe

Ah be Şenay!(yılan dansına özlem...)


Ah be Şenay,vah be Şenay!


geçen televizyonda gördüm tanıyamadım,bugün de metro da reklam panosunda gördüm,takım elbisesini çekmiş üstüne,saçlar yana doğru düzgünce taranmış,parmakları dudağının üzerinde "sus" işareti yaparak yine "sus" isimli albümünü tanıtıyor sayın Fatih Ürek.şaşırdım,ürktüm, sevindim,sonra aniden üzüldüm...hepsi 10 saniyede oldu bunların,sonra alaycı ve acı bi tebessümle geçtim önünden.Hayır anlamıyorum zaten Türkiye bu konularda gelişmemiş,dar görüş açısına sahip bir ülke,ve bu ülke Fatih Ürek gibi bir karaktere,transparan bluzlara,otrişlere,feminen davranışlara alışmışken,neden böyle bir şeye kalkışıp adamı hokkabaza çevirirsin...evet doğrudur oldukça iyi bir pazarlama biçimi bu,düşünsenize "Fatih Ürek ibne değil mi yoksa?" söylentileri dolaşmaya başladı bile,ama eminim ki mutlu değil kendisi,şuan öyle hissettiğini düşünürsek bile eski halini özlüyordur eminim,püfür püfür transparanlar,leopar desenli dar bluzlar,özgür bir stil....şimdi ise yazın ortasında o programdan bu programa takım elbiselerle koşturan,kasıntı,eskisi gibi hoplayıp zıplamayan bir Fatih Ürek!hadi seni anladım Şenay yüzün ve fiziğin travestileri çağırıştırıyor yapacak birşeyin yok maalesef...ama rahat bırakta insanlar i.neliklerini özgürce yaşasın değil mi?

...gibi yaşamak

bir arkadaşımla yaptığım konuşmadan sonra ziyaretime geldi birileri bu yazıyı yazmam için(anladınız siz,yani umarım)...

"- ...ama mutlu gibi görünüyordun??

+ zaten ben hep mutlu "gibi" görünürüm,mutluluğun özüne ne zaman kavuşurum tanrı bilir."


şöyle bir gözden geçirdim de,hayatımızda hissettiklerimiz,yaşadıklarımız aslında birçoğu sahte,bir çoğu öyle olduğunu sandığımız şeyler "gibi"ler.aşık gibiyiz zaman zaman birisine,bazen yalnız gibiyiz,bazen umursamaz gibiyiz,kimi zaman kalbimiz yerinden çıkacak gibi olur,kimi zaman özlemekten delirecek gibi oluruz,bazen "onsuz" yaşayamacak gibiyizdir...bazen de hiçbirşey olmamış gibi davranırız....ama hepsi yalandır,hepsi anlık hislerdir bunların,kalıcı olabilmiş bir aşk var mıdır?hiç bitmeyecek bir nefret var mıdır?her zaman hiçbirşey olmamış gibi davranabilir miyiz?

mutlulukların,hüzünlerin,aşkların,özlemlerin,sabırsızlıkların, kızgınlıkların özüne ulaşmak mümkün müdür?ya da bunları düşünmekle ve çabalamakla uğraşmayıp güçlü ve mutlu gibi mi davranmalıyız?


bu yazıyı okudun...şimdi kendini ne gibi hissediyorsun?

5 Temmuz 2008 Cumartesi

basit yaşıyoruz basit!

yıl 2008.hepimiz koca insanlar olduk artık...yön vermiş olduğumuz veya vermekte olduğumuz hayatlarımız var hepimizin.10-20 yıl öncesine göre çok değişti dünya.aile yaşantıları,arkadaşlık anlayışı,dostluklar...eskiden "söz" vermenin bir değeri vardı,şimdi en yakın dostumuzdan şüphe eder olduk...ilişkilere hiç gelmeyeyim diyeceğim ama gelicem mecbur...eskiden "seni seviyorum" desin sevdicekler diye bin dereden su getirilirdi,şimdi ise beraberliğin ilk beş dakikasında seni seviyorum'un ötesinde şeyler yaşanıyor:),sevmek nedir bilmiyoruz aklımızı sevişmek almak götürmüş çünkü.değer vermeyi bilmiyoruz,arkamızı döndüğümüz an unutuyoruz yaşananları,çünkü basit yaşıyoruz basit!çok kolay sevgili edinmek,dokunmak çok kolay,sarılmak sımsıkı, hiç zor değil,uyumak beraber...ama bırakıp gitmekte zor değil...çünkü biliyoruz ki sıradaki sevgiliyi bulmak çok kolay.çok kolay gülüp,çok kolay ağlayabiliyoruz,artık ruhlarımız,kişiliklerimiz zayıflamış,güçsüz kalmış,küçük şeylere büyük tepkiler veriyoruz,çok kolay bunalıma girip çok kolay kahkalar atıyoruz...basit yaşıyoruz basit!hayatın tadını çıkarmak değil bu,yoğurdun kaymağını yemek ve gerisi çöpe atmak bu,asıl tadına varamamak...

erkek dediğin...

erkeklere kafayı taktığımı sanmayın,ama erkekler üzerine bir tez yazıyormuşum gibi düşünebilirsiniz...erkek olmanın gereklerini kendi bakış açıma göre,kendi olmasını istediğim gibi yorumlamak benim olayım...

erkek dediğin;

-bir anda aşık olmayacak sana,olduğunu söylemişse de güvenmeyeceksin,çünkü yine seni bir anda bırakıp başkasına aşık olabilir.
-
ilişkinin henüz başındayken "sensiz yaşayamam,ilk kez böyle seviyorum.." tarzı beylik laflar etmeyecek,arkasında durabileceği kadar umut verecek karşısındakine...
-asla karşındakini kırmamak adına istemediği gibi davranmayacak,yalanının bir yerde patlak vermesiyle karşısındakinin daha çok kırılacağının farkında olacak.
-
eğer bir ilişki içersindeyken,başka kızların iltifatları,sırnaşmaları hoşuna gidiyorsa,ya hemen ilişkisini bitirecek,ya da konuştuğu kişiyle sohpeti kesecek,kalbinde sadece bir kişi için yer açacak.
-henüz tam olarak tanımadığı kızı,fiziksel egolar adına kullanmaya çalışmayacak,görünüşe aldanıp,kuruyla yaşı birbirine karıştırmayacak
-burnu havada olmayacak,mütevazi olacak,yaptıklarını anlatmayacak,gösterecek...eğer çok kendini beğenmişse,her kızın elinin altında olduğunu düşünür ve seni fiziken veya duygusal olarak harcamaya bakar.
-sevdiği kızdan maddi durumunu saklamayacak,ama yüzgözde olmayacak çok fazla bu konuda.
-sevmeyle sevişmenin arasındaki ince çizgiye çok dikkat edecek,sevgisinden emin değilse sevişmeyecek...çünkü bir kız bu konuda her zaman daha duygusal ve kırılgandır.
-etrafında çok kız olan erkekler,hangisinle ilişki yaşasam derdine düşmeyecek,ne istediğini,ne yapması gerektiğini bilecek,az ama öz olacak ilişkileri.
-
en çok sex yapan en kraldır diye düşünmeyecek,hislerinle,hissettirdiklerinle gurur duyacak,seviyesi belden aşağılara düşmeyecek.
-ilişkisini sahiplenecek,öksüz bırakmayacak,yaptıklarının ve yapacaklarının arkasında olacak daima,avucunda sımsıkı tutacak ellerini,bırakmayacağını bileceksin.
-güven verecek güven!bileceksin yarında gözlerinin içine bakacağını,aynen söylediği gibi sarılacak yine yarın sana.
-kendisine saygısı olacak ufacık bile olsa,kalitesini asla düşürücek arkadaşlıkları,yalnışları olmayacak,hata yapacak elbet ama mutlaka telafi edecek onları.
-basit olmayacak arkadaş!yeri geldiğinde zoru oynayacak,onu sadece sen kandırabileceksin zaman zaman...bileceksin sadece senin nazın geçecek ona...



şimdilik bu kadar ama bu yazımı yeni seçeneklerle güncellemeye devam edeceğim...


3 Temmuz 2008 Perşembe

yarım kalan düşler ve gerçekler


kırık düşler,aynı yalnızlık,öyle azaldık ve yıprandık ki...


bu yazıyı yazıp yazmamak konusunda oldukça kararsız kaldım aslında.uyandığımdan beri düşünüyorum,yazmamak için oyalıyorum kendimi,ama yok!birşekilde yolunu bulup çıkması gerek bu satırların benden...
dün gece saat 5e fln gelirken sanırım,havanın aydınlanışı izliyorum yatağımdan,nemli yastığıma yaslanmış,perdenin bir kenarı açık kalmış..kuşlar ötmeye başlamış bile...benimse gözlerim yanıyor.hafif bir ürperti giriyor bedenime,yastığımın nemliliği yüzünden belki de...burnum tıkanmış genzime kadar,zor nefes alıyorum,deli gibi bi baş ağrısı saplamış beynime..durduramıyorum...durdurmaya çalışıyorum aslında kendimi ama hıçkırıklarım harekete geçiyor bu sefer,korkuyorum birileri duyacak diye,tutuyorum kendimi...
şaşırıyorum kendime,ne kadar sevgiye aç biriyim diye,ne kadar korkusuzca,umarsızca değer veriyorum diye,belki de bu kadar duygusal olmama...şaşırıyorum hayata,"hayır,bu sefer olmaz" demek istiyorum,ama biliyorum o kadar güçlü değilim...

yastığıma gömüp yüzümü susturdum kendimi,gözlerimin yanışı,başımın ağrıyışı,ruhumun yoruluşu artık uyumamı sağladı artık bir süre sonra...

şükrediyorum tanrıya neyse ki neyse ki bu acı çekmelerim kısa sürüyor,neyse ki bir zamandan sonra üzüldüğüm şeylerin "boş" şeyler için olduğunu anlıyorum,üzüldüğüm insan bari biraz değse buna diyorum her üzülüşümde...

ne mutluluğun ne üzüntünün tadını alabiliyorum insan gibi,her emin oluşlarım bir hayal kırıklığınla sona eriyor...sonra da inançsızlığıma kızıyorum üstelik, inanılıcak değer yargıları varmış gibi hayatta...

benim hatam yüzeysel olamamak heralde,oldu bittiye getirememek bazı şeyleri...

işin kötüsü bu kadar şeyi kafaya takarken bir sürü insan tarafından yanlış anlaşılıyorum,kimseyi umursamayan,değer vermeyen,kafasına göre takılan,vefasız....ben ne düşünürken ne etiketler yapıştırılıyor üstüme...


gerçekten üzülmemek lazım,insanların ruhu artık laçkalaşmış,unutmak,geçiştirmek,başka arayışlara girmek, boşvermek kolay olmuş...biz varsın üzülelim onlar için,en azından kendime olan saygım için...ama merak etmeyin iki gün sürer en fazla...umarım...


evet haklısın; "mutlu olmak varken,üzülmek niye?"

=)


2 Temmuz 2008 Çarşamba

erkekler'in arkadaşlık-ları

bu yazdıklarım ve yazacaklarım birer hayal ürünü değil oldukça gerçektir...ve tamamen benim yaşadıklarımı ve düşüncelerimi yansıtmaktadır...


arkadaşlık...her türlü acıyı, kederi,endişeleri, mutluluğu, heyecanı,varlığı, yokluğu...herşeyi paylaşabileceğin hayatın olmazsa olmazıdır...bazı arkadaşlıklar yaşanmışlıklar,zaman,paylaşımlar doğrultusunda dostluğa doğru gider,bazıları ise yine zamana,duruma,olaylara göre sönüp gidebilir...bizim konumuz sönüp giden arkadaşlıklar,erkekler ve kızlar arasındaki arkadaşlıklar...bu yazıyı kendi penceremden yazıyorum evet,bir kızın duygu ve düşüncelerinden yola çıkarak yazıyorum,itiraz eden olabilir,genelleme yapıyorsun diyen olabilir ama bu konuda gerekli açıklamam yukarıda belirtilmiş zaten...dün geceden şu ana kadar sürekli düşünüyorum..her saniye..."çıkarsız bir arkadaşlık kurulabilir mi?" diye.ve kendim gibi düşünecek insan sayısı o kadar az ki..."aslında çok yalnızım" demekten alamıyorum kendimi....örneklerle destekleyeyim tezimi isterseniz; kız yalnızdır,eli yüzü de düzgün diyebiliriz,ve bu yalnızlık döneminde çoğu erkek olmak üzere bir sürü arkadaşı vardır,hiç yalnız kalmaz,bu arkadaşların kimisi açıkça tavlamaya çalışmaktadır kızı,kimi si gizli kapaklı,alttan alttan,ama kız çokta farkında olmayarak mutludur bu durumdan,seviniyordur "ne kadar seviliyorum" diye...derken zaman geçer kız yüz vermez kimseye,arkadaş kalmak ister,yeri geldiğinde derdini anlatmak ve karşındakinin onu dinlemesini,yardımcı olmaya çalışmasını ister,ama istediği gibi olmaz hiçbir şey...bir bakarsın içlerinden bir tanesi sevgili bulmuş,bir bakarsın artık sana ihtiyaç duymuyor,selam bile vermiyor,bir bakarsın öteki de öyle,öteki de,öteki de....ya da tam tersi....sen aradığın insanı bulursun ve "erkek arkadaşlar"nda inanılmaz bir hayal kırıklığı yaratır bu durum,muhabbetler sığlaşmaya başlar,hergün arayıp hatrını soran insanlar onlar değilmiş gibi...üzülürsün...çünkü "değer" vermişsindir onlara,birşeyler paylaşmışsındır...ama umurlarında bile olmaz....çünkü artık senin "başın bağlı" dır ve onların yeni "hedeflere" yelkenleri açılmıştır bile...

büyük bir sorun bu kanımca;değer vermeyi bilmiyoruz insanlara,kimisini can sıkıntısını geçiştirmek için,kimisini eğlenmeye gitmek için,kimisini ortam yapmak için,kimisini.....diye gider.gerçek anlamda önemsemiyoruz arkadaşlıkları..zaten bir "kanka" anlayışı çıkmış ortaya,kimin eli kimin şeyinde hesabı,onun eski sevgilisi bunu yeni sevgilisi,onun dünkü kankası şimdi ki "karı" sı...parmağımı gırtlağıma sokup hepsinin suratına kusmak istiyorum!


çıkarsız,kötü gün arkadaşları arıyorum,kızmış erkekmiş önemsiz,ama başım bağlı da olsa,dibine kadar yalnızlığa gömülmüş bile olsam,hissettirsin varlığını!çünkü her zaman ihtiyacım olucak buna,ne şartlarda olursam olayım...gerçek arkadaş istiyorum!

13 Haziran 2008 Cuma

epifani

kırık cam parçalarına takıldı gözlerim birden,yumruğumla yerlebir ettiklerimi topladım yerlerden
sımsıkı tuttum avuçlarımda,sanki daha da derinlerde hissetmek istiyormuş gibi
sanki hissettikçe,birleştirebilicekmişim gibi onları
saçmasapan bir umutla heyecana kapıldım birden
birşey acıtıyordu canımı ama,sanki çok acıtıyordu
ama devam ettim,kendime olan kızgınlığımdan belki
dayanılmaz oldu acım,gittikçe büyüdü
pes ettim açtım avuçlarımı,döküldüler yerlere tekrar
yine yerdelerdi,hiçbirşey değişmemişti
tek değişiklik acımın derinleşmesi olmuştu sanki
başımı eğip baktım avuçlarıma,kıpkırmızı olmuşlardı
sanırım başaramamıştım o cam parçalarını toparlamayı
canım hala acıyor
ve kırık camlı penceremden dışarı bakıyorum
acı bir tebessümle izliyorum aptalca yaptığım hataları
dönemiyorum geriye
farkındayım,artık çok geç...

7 Haziran 2008 Cumartesi

anneye...


senin gözünde ne kadar gereksiz olduğumu anladım bu 6. günde,benden ne kadar tiksindiğini,görmek dahi istemediğini,gereksiz bulduğunu,alışkanlıktan bazen abime "pelin" dediğini görüp,gülüyorum...belki de gereksizim anne..üzgünüm senin istediğin gibi bi kız olamadım...senin istediğin gibi olmak zaten imkansızdır dimi?üzgünüm ben imkansızı başaramadım.senin mükemmellik kriterlerinden çok uzağım dimi anne?üzgünüm ben mükemmelliği aramıyorum ve senin değerini bilemiyorum.bir anne 6 gündür kızının yüzüne bakmıyorsa,sanırım gereksiz gördüğündendir.gerekli olmayayım annecim boşver.başkaları gibi yanağı mıncırılınca affeden annelerden değilsin sen napalım.görme beni seni önemli değil,devam ediyorum zaten ben...bazen düşününce üzülsemde..alışıyorum anne merak etme...

Merhaba yalnızlık

.................düşünüyorum yaklaşık bir saattir ne yapsam diye,kitabıma devam mı etsem,film mi izlesem,ödevime mi başlasam,gitar mı çalsam,fotoğraf mı çeksem,bahçeye çıkıp hava mı alsam diye.yalnızım yaklaşık bir saattir evde...pek sık olmayan bir durum bu..hoşuma gitmesine rağmen pek de birşey farketmediğini anladım.bazen bi hayalet olmak istiyorum aslında,kimse görmesin,kimse müdahele etmesin,kimse konuşmasın.aslında bi nevi hayaletim ben...sadece yeterince görünmez değilim sanırım.buda biryerlerde sıkışmama neden oluyor.bu yazıyı okuyacak olanlar...bence okumayın...yani beni anlamak için benim gözlerimden bakmanız lazım belki de..ha neden buraya yazıyorum söyleyeyim,tamamen nedensiz,belki defter kağıtlarında sınırlı tutmak istemiyorum satırlarımı.hergün selam veriyorum yalnızlığıma,gece yatarken iyi geceler diyorum ona,alıştım çok benimsedim onu,sanki tamamlıyoruz birbirimizi,her gece ona sarılarak uyuyorum,her sabah uyandığımda ilk onu görüyorum,bu yazıyı yazarken onun desteğini alıyorum...neyse şimdilik hoşçakal yalnızlık..birazdan görüşmek üzere..............................

19 Mayıs 2008 Pazartesi

görünmez ve görülmez


gereksiz insanlar ve gereksiz sorulardı belki de bunlar...bir dostun dediği gibi "kimseden beklentimiz olmadığı" içindi bunun nedeni.varlıkla yokluk arasında sıkışmış gibiydik,gibiydim,gibiydi yada herneyse işte...var mıydım ben?yada ne için vardım eğer varsam,peki varolanlar ne için vardı,neyim için vardı ve benleler idi.yada benle değiller miydi?sorular sormamın nedeni olmayışlarıydı sanırım,birşey yoktu.o olmayan şey beni düşündürdü bu kadar demek.biryerlerdeyim ve birileriyleyim belki ama belki de değilim.yokmuşum gibi hissediyorum,somutluğumu tartışıyorum kendi içimdeki soyut ruhumla,istiyorum birşeyler yada istemiyorum,üzülüyorum yada umursamıyorum olanı veya olmayanı.ikisinide hissediyorum azar azar.sıkışık ve rahat,sıcak ve soğuk,yalnız ve yalnız olmayan biri var aynada baktığımda..gözyaşlarının akmasıyla,kahkalara boğulması paralel olan bir ben.sorunsuz ama aslında belki de sorunlu biri var gölgemde.

herkesin kendi hayatı var,benimde kendi hayatım var,sanırım ihtiyacım olmayan insanlarlayım,onlarında bana ihtiyacı yok,kısa zamanlı çıkar ilişkisi gibi birşey bu ilişki ağı sanki.yoksa haksızlık mı ediyorum.hadi canım etmiyorum.

bi insan yığını içindeyim,beklentisizliğim ve beklentilerimle kendimleyim,kimse yok,var ama yok,ben de yokum zaten,var mıyım ben,görüyor musun sen beni,sanmıyorum....göremezsin:)

yalnızlığım...

Ne demeli? ..

Nasıl anlatmalı? ..

Ne yazmalı bu dar ve parlak yüzeye? ..

Sıradan bir yalnızlık benimkisi...

Kiminkinden farkı var? ..

Kelimelerden cümle kurma yeteneğim,

benim yalnızlığımı sadece belgelenmiş bir 'anı' yapar...

Herkesinki gibi bir yalnızlık bu...

Yangın yerinde hareket edememek gibi...

Hiçbir teselliye boyun eğmeyen...

Laftan, sözden anlamayan bir yalnızlık bu da...

Asi... Onurlu... Ümitsiz...

Hiç kimseninkinden farkı yok...

Sabah ezanından hemen sonra...

Durduk yere arabanın camını açıp...

İstanbul'un tam ortasında, sesim kısılasıya geceye O'nu bağırmak...

'Seni seviyorum'u öfkeye dönüştürmek...

Bu koca kente O'nu haykırmak...

Dudaklarımın önce titremesi...

Sonra gözlerimin dolması...

En fazla ağlamak ıslak caddelere...

Elimin ayağıma dolaşması...

Salaklaşmak...

Farklı mı yapar benim yalnızlığımı? ...

Duysaydı... Belki...

Duymadı... Duyulmadı...

Zeki Kayahan Coşkun

9 Mayıs 2008 Cuma

ben...

-yalnız yürürken,ders dinlerken,sahnede konuşurken asık suratlıyım
-yağmuru çok severim gece gündüz farketmez fırlarım sokağa
-ensedeki dövmeler bana çok çekici gelir
-her erkeğin kaşında piercing olmalı sanki
-kıvırcık saçlı insanlara hayranım
-oldukça soğukkanlıyım
-acı çekmekten korkmam
-istediğim şeyi elde edene kadar uğraşırım
-bazen fazla insancıl olduğumu düşünürüm ama aynen devam ederim
-bazen çok dengesizim herkesi,herşeyi kendimi bile boşveririm
-sorumsuzca davrandığım zamanlar çoktur
-ciddi bir uyku sorunum var
-beni tanımayanlar bana genelde uyuz olurlar,tanıyınca da "aaaa hiç öyle değilmişsin" derler
-insanların bana karışmaya çalışmasından nefret ederim
-sakinleşmek için yaptıklarım; yazı yazmak,gitar çalmak,şarkı söylemek,makyaj yapmak
-fotoğraf çekmeye bayılıyorum,adam gibi bir makinamın olmayışı beni üzmekte...
-8 kedim var,onları severken öldüreceğim diye korkmaktayım
-kendimi ifade etmeyi seviyorum
-bilgisi olmadığım konular hakkında tartışmaya girmem
-en büyük hayalim müzisyen bir sinema yönetmeni olmak ve 40tan sonra bar işletmek
-ilişki bölümünü boş bırakıyorum...boş.
-bitti benimki:)

2 Mayıs 2008 Cuma

ne istiyorum biliyor musun?

herkez özgür olsun bu ülkede,ama benim özgürlüğüm senin özgürlüğünü kısıtlamasın,eşit olsun herkes devlet önünde,yasalar önünde,cebi daha şişkin olan daha az ceza yemesin mesela,yada cebi daha şişkin olan daha iyi sağlık hizmetlerinden yararlanmasın,özgür olsun basın,haksız hükümette olsa,askerde olsa korkmadan söyleyebilse gerçekleri ortalıkta,doğudaki de batıdaki de iyi eğitim alabilsin,para=güç olmasın,sevişmek için sevmesin insanlar birbirlerini,karşılığını görmek için iyilik yapmasın insanlar,güzel bir bayan görünce insanlar arkalarını dönüp bakmasınlar ya da,çirkin sözleriyle utandırmasınlar onları,herkes sevdiği işi yapsın,ve yaptıkları işi ekmek parasını kazanmak için değil zevk aldığı için yapsın,babalar,abiler kızlarını,kardeşlerini merak etmek zorunda kalmasınlar onlar dışarda iken."sanat" için soyunma keşke gerçekten "sanat" için olsa. kemikleşmiş kalıpları kırıp çıkabilsek içlerinden aydınlığa doğru,kademe atlamak için arkadaşlarımızın üstüne basıp geçmek zorunda kalmasak keşke,alevi,kürt,ermeni utanmasa açıkça söyleyebilse soyunu sopunu,solcuysan eğer kürtsün demese insanlar keşke,keşke dini,çeteleşmeyi,milliyetçiliği harman yapıp bu örgüt ile üniversitelerde terör estirmese bazı insanlar,kutuplaşmayı bırakıp birlik olmayı denesek keşke,dinlemeyi öğrenebilsek,hem okuyup hem gezerek öğrenmeyi bilsek,"reklam" için "para" için "güç" için düşüncelerimizden ödün vermesek keşke."para" ile "medya özgürlüğü" satın alınmasa keşke,keşke bilmem ne ülkesinin bilmemne bakanıyla kanka olma gereği duymasa başbakanımız bazı "çıkarlar" için,eğitim ezbercilik anlayışıyla sürdürülmese,anlama,uygulama ve yorum yapabilme yetileriyle bir sistem oluşturulsa,üniversiteden mezun olan öğrenciyi şirketler kapışsa keşke.
benim dinimi sormasa kimse keşke,müslüman olmam gerekiyormuş gibi sorular sorulmasa ya da benden bekledikleri şeyleri göremediklerinde hayal kırıklarına uğramasalar,inançlar olması gerektiği gibi insanın içinde yaşadığı şeyler olsa,kafaya yada boyna takılıp dolaşılmasalar keşke.

keşke bu "keşkeli dünyamda" keşkesiz yaşama imkanım olsaydı:)

10 Nisan 2008 Perşembe

Yarım kalmışlıklarım...















Korkuyorum,bunu kronik birşey olabilceği ihtimali diken diken yapıyor tüylerimi.Bi sebebe bağlayamıyorum yarıda bıraktıklarımı.Umutlandığım istediğim, doyamadığım herşey yarım kalıyor.Gittikçe uzaklaşıyor benden,sönüp gidiyor.Düşünüyorum şöyle geriye bakıp...basit gelebilir ama tesadüfi olmayan yarım kalmışlıklarım bunlar;küçükken dişlerim bi kaza nedediyle dökülmüş ve çarpık çıkmıştı.Orta sonun başından lise 2ye kadar tel kullandım.Ama kontrollere gitmemeye başladım ve artık o kadar ihmal etmiştim ki birdaha gitmeye yüz bulamadan telleri çıkardım ve tedavim yarım kaldı.Lise bitti bi mağaza da işe başladım, yaklaşık 6ay çalıştım, satışlarım kötüydü ama hep görselde olmak istiyordum.Sonunda mağazanın görselcisi işten çıktı ve bende görselci olmak üzere konumu mu değiştirdim.Ama sabredemedim, sıkıldım ve haber vermeksizin işten ayrıldım.Hepsi kırıldı bana.Oda öyle yarım kaldı.İşe gittiğim o sene össye hazırlanmamıştım.Önümdeki eğitim yılıyla beraber dersaneye başladım.İlk baş herşey gayet iyiydi, gayet kararlı ve hırslıydım.Ama sonra ne oldu dersaneye gitmemeye, gezip tozmaya ve çalışmamaya başladım.Tercih zamanı geldi ve tabiki sonuçlar kötüydü.Kocaeline gitmek istedim, uzaklaşmak.Ama olmadı,son tercihlerimden İAÜ oldu.Şuan okumaktayım ama şuan ne oluyor peki?Devamsızlığım sınırlarda.Bir isteksizlik, bir sorumsuzluk.Staja başladım haftanın 3 günü ama 4 gün gitmedim daha yeni başladığım halde.Üstelik orda çalışmaktan da zevk alıyorum.Ama içimde öyle birşey var ki bana engel olup "boşver" dedirtiyor.Offf=(.İlişkilerim dersek sürekli yanıldım.Her seferinde birşeyler hissettim,her seferinde çok hasssastım.Ama ya aldatıldım ya da ben ayrıldım.Öyle ya da böyle onlarda yarım kaldı hep.Üzülen taraf hep ben oldum.Gelelim müziğe, hayatımda en çok istediğim şey müzik yapmak.Ama bazen "gerçekten" istiyor muyum acaba diye düşünmüyor değilim.Çünkü yaşadığım başarısız "toksin" denemesinden sonra resmen sekteye uğradım.Çalışmadım, oysa çalışıp kendimi geliştirip bir şekilde çok daha iyi oluşumlarda olabilirdim şuan.Gitar konusuna gelince vokallikten daha iyi olduğum bir konu ama onda bile "hala" tembellikler yapıyorum.Hala yeterince çalışmıyorum.Ogün'ün dediği gibi;"düşlerim başka, gerçek başka..." ama benim umrumda!çünkü üzülüyorum.Ne zaman sorumluluklarımı ne zaman üşenmeden sırtıma yükleyip yürümeye başlıcam ve bunu meyvelerini yicem bilmiyorum.Ama buna bir dur demem lazım.İstediğim çok şey var.Hepsi benim olmalı.Büyümem gerek artık!Benim olanları elimde sıkı sıkı tutmayı, benim olmayanları eldetmek için çaba sarfetmeyi öğrenmem gerek!

7 Nisan 2008 Pazartesi

Yağmur gibi yağmak kağıtlara...



Her yere düşen damla,benim içimde biriken umutlarla beraber bir deniz yaratıyor hayallerimde. içime çekip geri üfleyemediğim bu mis gibi toprak kokusu ve soğuk esinti benliğimi daha da kasvetli hale getiriyor.ben ağlamıyorum bu sefer,bulutlar ağlıyor artık. toprakta bulutlara omsunu verip paylaşıyor gözyaşlarını ve tepkisini gösteriyor hayata mis gibi kokusuyla.
Üşümek nedir?kimisi üşümek kelimesinin olumsuzuklarını benimsemiştir hep.kaçar ve sığınırlar bir köşeye böcekler gibi.ama yağmurun insan ruhunda yarattığı etkiler öylesine derin ve sıcak ki aslında...ben hep hüzünlenirim yağmurlarda,soğuk soğuk üzerime düşen damlalarla birlikte iliklerimi titreten rüzgar, hep içimdekileri haykırmam gerektiğini hatırlatır bana.Hatırlıyorum evet.elimde sıcacık çayım, öteki elimde kalemin, kendimi ifade etmenin mükemmel hazzını yaşıyorum.bulutlar ağlıyor,ben yazıyorum...

Ağlamak güzeldir, yazmak ta...

6 Nisan 2008 Pazar

hayata kulak tıkayarak yürümek




kulak tıkamak...

herkese,herşeye...
ya da bazen kendimize...
bazen öyle çok konuşan oluyoki kendi iç sesimiz dahil bizle...tıkayıp kulaklarımı ruhumun sessizliğinin verdiği huzurla kendi yolumda yürümem gerekiyor.yapıyorum da..ve açıkçası çok iyi geliyor.kimseyi umursamıyorum bazen.çünkü başkası tarafından söylenen her kelime bencillik içeriyor gibi geliyor bana.her nasihat biraz daha daraltıyor ufkumu.
hepiniz susun!!bırakın o ellerinizdeki yön işaretlerini!!!uzak tutun o at gözlüklerini benden!!

ben yürürüm tek başıma,istemem koltuk değneklerinizi!!

2 Nisan 2008 Çarşamba

"o"

Tamda gerçekten çaresizim dediğin anda karşına çıkar "o"...Karmaşık cümleleri çözmeye çalışırken,nefesssiz kaldığını hissedersin ve gelip sıcacık öpücüğünle hayat verir sana...güvenebilmek çok güzelmiş,emin olmak herşeyden...ona bakarken bile içine mutluluk doluyorsa,ona dokunamadığın da bile onu hissedebiliyorsan,onu özlemekten deliricek noktaya geliyorsan hiç endişe etme ve bunun tadını çıkar.sev ve sevilmenin kıymetini bil,çok dikkatli ol seven kalpler hassas olurmuş,bu sefer hakkını ver duygularına sahip çık...çünkü mutluluk için bu son şansın kalbim...

Kaçış...

Duydum ki uzakta
Huzur var orda
Kafes aklıma hükmedecek
Karanlık bir gelecek,uzak rüya

Ben de isterdim
Basit düşünüp, dertsiz olmak
Ben de isterdim
Burdan kaçmak!

Bu yol çok kayalık
Sonu çok karanlık
Engel aşmakla bitmeyecek
Ruhum, daralıp kaybolacak

Ben de isterdim
Basit düşünüp, dertsiz olmak
Ben de isterdim
Burdan kaçmak!

CmKksL

21 Mart 2008 Cuma

Naylon Sıfatlar

Etrafımızdaki insanların sadece hayatta koordinatları belli varlıklar olduğunu düşünelim.
onlara duygusal sıfatları biz veriyoruz aslında.
insanlar dünyaya gelir,o kadar çok insan vardır ki bunlar karşılaşırlar elbet bu düzlemde.
sonra topluluk olarak yaşamaya başlarlar.
kimisine arkadaş deriz,kimisine sevgili..onlara anlamlar katarız.halbuki sadece birlikte yaşadığımız için onlara bu sıfatları vermişizdir.aslında tek düşündüğümüz yine kendimizizdir.
hangisi bana ne yarar sağlayacak düşünür,ona göre onu isimlendiririz.


bu yüzden de karşımızdakinin bize sağladığı yarar hiçbir zaman yetmez bize.daha iyisini bulduğumuzda anında onada bir etiket yapıştırveririz.bizim olur o.ve yine sürekli bu tekrarlanır,yeni arkadaşlar,yeni dostlar,yeni sevgililer,yeni iş arkadaşları,ilkokul,lise,üniversite arkadaşları,dikkat ederseniz dönem dönem hep değişir bunlar.


Dün aşık olduğum insandan bugün nefret ediyorsam,bir zamanlar en yakın arkadaşımı bugün aramıyorsam, hepimiz naylonuz,hepimiz geçici sıfatlara sahibiz demektir.

Ben senin neyin oluyorum şimdi?

Cevap vereyim -HİÇBİRŞEYİN-

Yine ben kalmışım...


"Çekilin etrafımdan,nefes almak zor."

Etrafıma baktıkça sıkılıyorum kalabalıklardan, arkadaşlardan,kankalardan, naylon dostlardan, anneden, babadan..herşeyden.
Hep yanımdalar, hep gülümsüyorlar. Hep "boşver" diyorlar.Şablon nasihatler! Hep kalabalıklardayım, hep yanımda birileri var.


Bunların hepsi koca bi yalan!Hayatın bana taktığı kocaman pembe gözlüklerin gösterdikleri bunlar.



Tek şey var bana gerçekleri bir tokat gibi yüzüme çarpan;yağmur!Dün gece çitlenbik ağacına yaslanmış,bulutlarla birlikte ağlarken,
o damlaların huzurlu sesini dinlerken,soğuktan titrerken beni sadece gözyaşlarım ısıtmışken,nasıl yalnız olmadığımı düşünebilirdim.
Acıydı,çok acıydı,tek başımaydım.Savunmasız,geçirken kalkanım elimde,artık o bile yormuş elimi,indirmişim,sanki pes etmişim.
Pes etmek nedir ki?Yanlızlığı kabullenmek mi?Mücadeleden vazgeçmek mi?Vazgeçmek diye birşey yok.bu hayatın her türlü acısını geberene kadar
çekeceğim bu çok açık.güçlüyü oynayacağım yine güçsüz bedenimle,yine aynı replikleri ezberleyeceğim ben.böyle olmam isteniyor çünkü.karşı koyamıyorum
onlara artık.gözyaşlarımın frenleri patlamış artık,her kelime,her hece buruk ruhumu titretiyor,akıyor gözyaşlarım benden bir habersiz.acı bir sıcaklık doluyor içime.



üşümüyorum artık.iyi ki varsınız gözyaşlarım.

iyi ki varsın yağmur.

20 Mart 2008 Perşembe

iki satır...


Ruhum düştü yerlere
Sanki yerçekimsiz bu düzlemde
Aklım uçtu göklere
Kırık kanatlarıyla,sessizce
Aldandım umutlarıma yine
Gülümsedim aynaya bakıp
Karşısına geçmeden
Yutkundum attım içime,küçücük hevesimi
Onsuzda yaşayabilir miyim deneyeyim dedim
Ben zaten hep aldandım
Hep kandırıldım
Hep yanıldım
Bu hatalı bilmecelerde
Hep onu ben sandım
Ben ben değilken
İnandım
Yapamadım ben,çıkamadım işin içinden.
Batıyor muyum derine yada
Yükselip evrene kayboluyor muyum
Var mıyım yok muyum
Bilemiyorum,çıkamadım işin içinden.