30 Nisan 2009 Perşembe

Aaaa de bakiyim.


Göster amcana dilini.

Mazlum olan kim?


İstanbul'un ortasında Bostancı'da yaşanan hücre baskınını ve yaşanan çatışmayı bilmeyen yoktur heralde.
Mazlum Şeker'i de tabi....
Çatışma sırasında emniyet şeridinin hemen arkasında olduğu iddia ediliyordu...ama o vurulduğunda orada emniyet şeridi falan yoktu. Böyle temiz ve dürüst bir memlekette yaşıyoruz işte.
Hadi tamam emniyet şeridi vardı diyelim.Bu şeridin hemen arkasında duran bir kişi için "aa emniyet şeridi dışındaydın vurulabilirsin tabi ki" demek ne kadar dürüstçe bir davranış. Gerçekten insanın emniyetini sağlayan bir şey midir o şeritceğiz? Kurşun geçirmez midir? Kendini temize çıkarmak ve geriye çekilmek ne kadar kolay dimi, "suçluyuz, ihmalkârız" diyebilmek ne büyük sorumluluk, ağır gelir taşıyamassınız, koltuğunuzdan, makamınızdan olursunuz dimi?Yazık size.
Tamam meraklı bir milletiz, olaylara, kazalara hemen koşarız ve çekirdek çitleyip izleyebiliriz kabul ediyorum.Hatta şöyle diyeyim,benim büyük dedem bir kazayı izlemeye giderken araba altına kalıp ölmüş.Evet bu kadar meraklıyız. Peki 1 mayısta "SÜPER ÖNLEMLER" araç gereçler kullanan polisimiz şehrin ortasında yaşanan bir çatışmada neden insanları oradan uzaklaştıramıyor?
Neden terörist pencereden uzanıp silahını rahatça ateşleyebiliyor?
Keskin nişancılarınız nerde, hani o Tayyip'i sıkı sıkıya koruyan?
Rahat olun koltuğunuz sizindir hala, bırakın insanlar ölmeye devam etsin.


Başka bir tarafa bakalım şimdide.Medya.
Bu blog geniş bir kesime hitab etmediği için yukarıda fotoğrafı yayınladım.
Peki televizyonlarda tekrar tekrar gösterilen, gazetelerde çarşaf çarşaf yayınlanan Mazlum ne olacak, onun ailesinin psikolojisi ne olacak?
Çocuğunun ölümünü an ben an izleyen bu aile nasıl toparlanacak?
Gazeteyi eline aldığında oğlunun anasayfada bulunan kanlar içindeki dev gibi fotoğrafını gören baba buna nasıl dayanacak?
Nerde sizin otosansür'ünüz ey medya?
Böyle trajik bir olayı "0" sansürle gözler önüne sermekten hiç mi çekinmiyorsunuz.
Haber değeri taşıyor diye bir aileye nasıl olur da bu kadar acı çektirebilirsiniz?
Polat Alemdar'ın elindeki dumanı tüten sigarayı aptal aptal blurlayan ey RTUK nerdesin?

Bütün bu yaşananlarda hepimizin suçu var, şapkamızı önümüze koyup düşünelim lütfen biraz.
Biraz.

Kralsın Cerrah!

Sevgi kelebeği Celaleddin Cerrah hazretleri.

Çok şeker adamdır bu Celaleddin, ona kısaca Celo diyorum ben.O ve emmniyet teşkilatı her zaman sorumluluk duygusu sahibi, hata tanımayan oluşumlardır.Kutsal bir oluşumdur kendisi.
Sondan bir önceki yaşanan katliam hakkındaki sözleri onu daha da kutsal ve şeker kılmıştır.Yaklaşık 2 ay önce Etiler'de
Münevver Karabulut adlı lise öğrencisinin öldürülüp kafası kesildikten sonra çöp konteynırına atılmasından sonra bu vahşete tepkiler büyüdükçe büyüyordu.Bütün anne babalar Münevver'in ailesi gibi üzülüyor bizler de sanki arkadaşımızı kaybetmişçesine yasını tutuyorduk.Soruşturmanın sürdüğü şu dönemde Celo'dan yine kendine yakışır bir yorum geldi ve Münevver'in ailesini suçlayarak; “Kızlarını takip etselermiş” dedi. İnsanın kanını donduran bu açıklama mı yoksa bu açıklamanın İstanbul İl Emniyet Müdürü tarafından yapılmış olması mıydı inanın bunu bende ayırdedemiyorum. Ama korkunç ve acımasız ve de bilinçsiz bir açıklama olduğu kesin.
Sayın Celo umarım senin çocuklarının başına böyle bir olay gelmez.
Umarım o anne ve babanın hissettiği acıyı hiçbir zaman hissetmezsin.
Artık konuşmadan önce düşünmeyi öğren.
İnsanların acısına, yaptığın patavatsızlıklarla acı katma.
Allah sana akıl fikir versin.
Amin.

çüşünüz.

Mina diye isim var lan.Yazık günah valla.
Aaaa Mina
koyim.
ahuha.

27 Nisan 2009 Pazartesi

love me do

Otobüste bir çift;

Kız: Saçındaki jölenin kokusu buraya kadar geliyor.
Erkek: Kapa çeneni.
...

İnsanın başına en fazla ne kadar aksilik gelebilir?

Sabah evden çıkmıştım, şemsiye almadığım için ahmak ıslatan yağmurda ahmakça ıslanıyordum.
Ayağımda en açık renkli ayakkabımla...
Okula gittim, ders yoktu, son iki derse girdim falan.
Bir baktım zaten şarjı az olan mp3üm kapanmamış çalıyor "ha siktir" dedim içimden, neyse.
Yağmurdan korunmak için paltomun kapşonunu kapatıyorum ama o ısrarla kafama entegre olmayıp kendini aşağı salıveriyor, pes ediyorum.
Derken dönüşte, otobüste en sevdiğim şarkı başlamışken lanet mp3üm kapanıyor, deniyorum deniyorum açılmıyor.
Lanetler içerisinde uykusuz'u çıkarıp okumaya başlıyorum.
Hangi aptal açmışsa açmış otobüsün camını, süpersonik bir hızla yandan geçen otomobil su birikintisini direk otobüsün içine benim üzerime sıçratıyor, uykusuzum piç oluyor.
Lanet etmelere devam ediyorum.
Eve doğru yaklaşıyorum ve dün gece annemle tekele giderken anahtarımı aldığımı ve anahtarın diğer paltomun cebinde kaldığını hatırlıyorum.Neyse annem evdedir diyorum.
Annem evde yok.
Yarım saat evin karşısındaki apartmanda oturup bekliyorum.Yine lanetler ederek.
Annem geliyor sonra abim geliyor.
Kıbrıs'tan yaklaşık 20 gün sonra gelen abim compact olduğu için beğenmediğim ama yine de çoğu zaman şükrettiğim fotoğraf makinamın arkadaşı tarafından yere düşürülüp bozulduğunu söylüyor.
Sinirlenemiyorum abim uzaktan geldiği için, içim içimi yiyor....

İşte bu kadar...
Günün tek sevindirici olayıysa, abimin kıbrıstan gelirken Baileys(benim isteğim), Bacardi ve J&B almış olmasıydı.

benden söylemesi....


Şimdi size iki önerim olacak.Ama önünüzde sadece 3 gününüz var...
Birincisi Tempo...
Nisan sayısında çok güzel bir kitapçık veriyor tempo sağda gördüğünüz gibi "hayatınızı değiştirecek 50 film" kitapçığı kendisi.


Bence her sinemaseverde bulunması gereken bir rehber:p




İkincisi ise National Geographic Türkiye'nin yine Nisan sayısı....Nat Geo'nun hediyesi ise fotoğrafseverleri ilgilendiriyor.
"Ara Güler'in Dünyası" adlı bir fotoğraf kitapçığı hediye eden nat geo yine gözbebeklerimizi kocaman yapıyor=)) İçerisindeyse 80 yaşındaki Ara Güler'in 80 adet fotoğrafı bulunuyor.
Dünyanın en egzotik ve en ilgi çekici karelerini görüyoruz nat geo sayesinde...

Kaçırmayın derim.





Dediğim gibi 3 gününüz var demedi demeyin....

=)

25 Nisan 2009 Cumartesi

rebels







Altalta gelenleri paylaşayım dedim daha örnekleri vardı aslında.
Ne kadar tahammülsüz, gergin ve bıkmışız lan.

Halimiz duman aaman.

24 Nisan 2009 Cuma

sünger beyin kutu şort

Köfte mi döner mi? gibi zekice bir soruya smsle cevap veren insanlara programa katılma hakkı sağlayan, içeriğinin izleyicilere hiçbir şey katmadığı, sadece stüdyo içindekileri eğlendiren ve bir süre sonra onları şebekleştiren, yine cıvık tribün ambsiyansıyla izleyiciyinin kulaklarını tırmalayıp baş ağrılarına sebebiyet veren, yarışmacıların(şebeklerin) "büyük hissediyorum" tarzında söylemlerle kendilerini artık psişik olarak görmelerini sağlayan, yapımcısı ve sunucusu Acun'u zengin eden "var mısın yok musun?" adlı eblek yarışma(ki ortada yarış göremedim ben);
senden nefret ediyorum.

The good, the bad and the ugly

Bugüne kadar herkesle iyi anlaşabildiğimi düşünürdüm.
Hayır, herkesle iyi anlaşamıyorum ben.

34

Otobüste poponuza değip duran o "sert" şeyin ne olduğuna dönüp baktığınızda, "bavul" tipi çantalı şahıs hiç oralı olmazken yolculuk boyunca o tedirgin edici sert dokunuşları yapmaya devam eder ve diken üstünde geçen yolculuğunuz ya sabırlar içersinde bitmek bilmez...

La dolce vita...

"Hayat bir kutu çikolatadır. İçinden ne çıkacağını asla bilemessiniz."
......................................................................................Forrest Gump

Bayram Coşkusu(!)


Yorumsuz.

23 Nisan 2009 Perşembe

Gerçek Kesit

japonlar uzaktan sevişmeyi icat etti!

"
sevdiğiniz uzakta mı? aranızda yollar var ve siz uzun zamandan beri birlikte mi olamıyorsunuz? dert etmeyin! japonlar sizin gibi sevgililer için çok özel bir cihaz keşfetti.

moray kentinde kurulu teknoloji laboratuvarı distance lab, japon sanatçı tomoko hayashi ile birlikte geliştirdikleri bir cihazı, birbirinden ayrı olan çiftler için tasarladı.

bu cihaza göre araya yollar da girse, sevgilinizle sevişmeniz olası. birbirlerine kilometrelerce uzaklıkta olan çiftlerin birbirlerinin vücutlarında ışık hüzmesi gezindirmelerini sağlayan mutsugoto adlı cihazı şimdilik kimse denemedi. ekip, mutsugoto'nun başarılı olup olmadığını görmek için üç çift aradığını belirtti. "

----------------------------------------------------------------------------------------------

Noluyo lan??Yuh artık dedirttecek bir buluş gerçekten.Bu dünyada doğallık adına ne kaldı bir sayın şöyle? Aşklar, sevgiler yalan oldu derken sevişme de sanallaşmış...
Artık arkadaşlık sitelerinde tanışıp, msnde sevgili olup, özel ışık hüzmeleriyle sevişeceğiz...
Yehuu!

evet.

Bankamatik şifrelerini 1 2 3 4 olarak seçen bütün güzel insanlarla bir masal ülkesinde sonsuza kadar yaşamak istiyorum...

21 Nisan 2009 Salı

Kısa filmimiz sonunda bittiiii!!! =)

Çok şükür yarebbim bitti ve vize günü teslim ettik filmimizi.
Sinopsisten bahsedeyim önce..;

İstanbul'un Büyüsü
Güney Kore'de Türk Dili ve Edebiyatı okuyan Kayâ dönem ödevi için İstanbul'a camileri ve mozaikleri incelemeye gelmiştir.İstanbul'un güzelliğiyle ve tarihiyle büyülenen Kayâ tez projesini yapmak için camileri araştırmaya gelen Mertcan'la hoş bir tesadüf sonucu tanışırlar.İstanbul'un büyüsünü beraber gezerek yaşayan Kayâ ve Mertcan arasında aşk tomurcukları serpilmeye başlamıştır...Fakat her güzel şey gibi bu büyünün de sonu gelecektir...

Buyrun bu da filmimiz;


İSTANBUL'UN BÜYÜSÜ

Amatör kısa filmciler olduğumuz için ve dolayısiyle (yazıyla) sıfır bütçeyle film çektiğimiz için, ışık, süpersonik bir cam., mikrofon takviyesi olmazsızın çekilen filmlerimize yapıcı ve emeğe saygı(+rep) şeklinde yorumlar bekliyoruz.
Çok mu istiyoruz canım?:p

16 Nisan 2009 Perşembe

doğurmak annelik değildir!!

Annesi tarafından terkedilmiş minnacık bir kedi yavrusunu beslemek, insan yavrusunu beslemekten çok daha zor.
Daha önce birçok kez bakmışlığım vardı ama aradan baya zaman geçmişti.
Onu şırıngalarla beslemek, işemesi için ıslak pamuklarla yardım etmek.
Ağlamasın diye sürekli sevip öpmek.
Sanıldığından çok daha zor.
Ama yine de mutlu ediyor insanı.

Cici anne olmak kolay değil azizim =)

Kedilerimle ilgili bir son gelişmeden bahsedeyim; gebeş olan kedimiz terkedilmiş yavruya sahip çıktı, bugün aralarındaki koklaşma sonucu ilginç bir etkileşim oldu ve gebeş kedim Tavşi, sahipsiz kediciğimizi evlat edindi, ona sahip çıktı, hatta şuanda onu emzirmekle meşgul.Böylelikle ilkkez hamile kalan kedimiz daha doğurmadan bebek emzirmiş bulunuyor.
Hem bebeğimiz annesiz kalmadı diye mutluyuz hem de üzerimizdeki zor yük kalktığı için...

Annelik böyle bir şey işte, üveymiş özmüş hiç önemli değil.
:)

Hayrola?

Bu yazımı Hande Yener "hayrola" eşliğinde yazıyorum evet.-Ee napiyim yani? +Ne bok yaparsan yap banane.

Bir süredir kendimde farkettiğim sorunlar başgösterdi.Nasıl tarif etsem hem psikolojik hem fizyolojik.
Böyle yolda yürürken ayak bileklerimdeki kaslar yanmaya başlıyor öncelikle, sonra kalp atışlarım hızlanıyor, nefes alamıyorum. Kulağımda müzik varsa özellikle daha da çok boğuluyorum.Sonra durduğumda bir yerde birden ateş basıyor ve sanki yoğun bir hava dalgası çıkıyor soluk borumdan dışarı.Yine boğulucak gibi oluyorum.
Otobüste gidiyorsam 15 dk sonra midem bulanmaya başlıyor, şoförün bastığı her frende sarsılıyorum resmen.
Kitap okuyorsam bulantım daha da artıyor. Midem adeta ağzıma geliyor.
Yükseklik fobim olduğunu biliyorum ama artık merdiven fobimde kendini belli etmeye başladı.
Merdivenlerden çıkarken bir derece ama inerken attığım her adımda ayak bileklerim kırılacakmış gibi hissediyorum. Sonra başım dönüyor. Hemen trabzana veya duvara tutunuyorum. Aşağı inerken sürekli merdivenden yuvarlandığımı hayal ediyorum kendime engel olamayarak.
N'oluyor hiçbir fikrim yok ama cidden kötü hissettiriyor bunlar.
Sanki okuduğum bu kitabın etkisine giriyormuşum gibi hissediyorum, sonra saçmaladığımı anlıyorum.
Bana ne oluyor gerçekten bilmiyorum.


Bu arada bunu geçen yazımda yazacaktım sonra bir baktım boktan ama şiirimsi bir şey yazıyorum kaptırdım gitti.O kadar.

15 Nisan 2009 Çarşamba

bilinçaltı raporları

En güçlü gözükenin bile içinde saçmasapan korkuları vardır.
En neşelinin içindeyse gizli saklı hüzünleri.
Hiçbir şey olduğu gibi görünmez ve her görünen köy kılavuz istemez aslında.
Hissettiğin duygular geçici olabilir,
Kalıcı sandığın insanlar çoktan yol almıştır belki zıttındaki yollara.
Bedeni senle ama ruhu çoktaan uzaklarda.
Bilemezsin...
Ummadığın taşlar başını yararken, sen yine seni sevdiğini sandıklarını sevmeye devam edersin
Yüzde % 0 aldatılmama ihtimalini gözardı ederek...
Bastırılmış duygularını gömersin derinlere ve üstüne ektiğin gülleri sularsın her gece.
Zihnindeki kördüğümleri kimse göremez ve dış kabuğundan yargılarlar seni.
Sense bilinçaltındaki kuşkuları kendine saklar, alabildiğine mutlu gözükürsün.
Ağızlar kulaklardayken, gözyaşları içine doğru akar.

O biiirrrr Esiiirrrrr


Biliyorum bu tarz "fazla" kişisel, mektubumsu yazılar bloğumun tarzı değil..fakat bu istisnadır.Kaideleri bozmuyor merak etmeyin.


Bazı insanlar vardır aranıza ne kadar kişi ne kadar zaman ne kadar sorun ne kadar hayatta girse kopamazsınız onlardan.Onlardan biri de benim Esir...Aslında ona Esir dememin de apayrı bir hikayesi var, ama bizim o kadar çok hikayemiz var ki anlatsam bitmez...
Kendisin normalde ciddi bir duruşu vardır, en azından ilk izlenimiz öyle olur. Ama biz beraberken içindeki esprili, çılgın kişilik açığa çıkar. Bana çok güzel kareler verir, idealisttir. Edebidir.Edeplidir.
Uyumludur. Sponttan yaşanması gerektiğini benimsemiş ya da en azından artık bütün görüşmelerimiz sponttan olmuştur. Biz plan yapmayız. Hayal kurarız, bir ay aç gezip hayallerimizi gerçekleştiririz.Böyle manyak insanlarız işte.
Seni seviyorum Esir.
Ayrıca bu yazında bana da yer verdiğin için teşekkür ederim hayatım.

Ay levye.

13 Nisan 2009 Pazartesi

record!!

Biz blogçular hakkında bir kısa film çekmeyi düşünüyorum dostlar.
Hatta şu an aklımda geldi desem bana inanın.


Bu arada bitirme projem hakkında fikirlerim gittikçe netleşiyor, bir belgesel çekmeyi düşünüyorum. Konusunu da hafif çıtlatayım çingenelerle ilgili bir belgesel olacak.
O olmazsa psikolojik bir kısa film düşünüyorum, senaryo hakkında keşiflerim sürüyor...
Hadi bakalım umarım en iyisini yapıcam.
Bittiği zaman da burda sizinle paylaşıcam söz =)

seni gidi seniii

Saçlarını photoshopla daha canlı renkte gösteren insanları anlamıyorum. Mesela kızılsa photoshop sayesinde "kırmızı" oluyor saniyesinde.Saç ve boya konusunda doç. olduğum için anında yakalıyorum artık nıhoh.
Ne olmak istiyorsan öyle ol arkadaşım ne gerek var bu tarz oyunlara..

Durun! Siz evlenemezsiniz!!


Bir saat boyunca gelinlik modellerine baktığınız oldu mu hiç?
Valla bugün 1 saat gelinlik yarım saatte "kır düğünü" için uygun yer baktık Burçin'le.Nedenini ve amacını ben de bilmiyorum.
Ama şimdiye kadar pek alakam olmayan bu tarz şeyler dikkatimi çekiyor bu aralar.
Heralde düğün mevsimi geliyor, ufaktan yakın arkadaşlar yuva kurmaya çalışıyor diye etkileniyor insan...

Sakın heveslenmeyin gençler...Doğru adamı bulmak artık süper lotoyu bulmak kadar zor bence.
Meslek edinme ve kariyer yapma planlarım hâlâ geçerli valla.
Eğer ilerisi için yapmak istediğiniz çok şey varsa evlilik hele hele çocuk olaylarını uzunca bir süre düşünmeyin derim. Yoksa hayal olarak kalacak hepsi haberiniz olsun.

Ve muhtemelen evlilikle ilgili hayallerinizin gerçekle pekte alakalı olmadığını görüp pişman olacaksınız. Ve sonra da herşey çok geç deyip diğer hayallerinizi tam anlamıyla kenara atacaksınız.
Evlilik konusunda pekte olumlu düşünmediğim çok mu belli oluyor ne?
Yani ben hayatın düğün günlerinde olduğu gibi peri masalları tadında olduğunu düşünmüyorum.
Bunu kendi ailem ve çevremdeki birçok ailede de görüyorum.
İyi düşünün, acele etmeyin, gaza gelmeyin abicim.

10 Nisan 2009 Cuma

İnsanlık halleri.

Yaşasın korsan sektörü! Vallahi lan, kitap olsun albüm olsun alayını korsan alıyorum vicdanım da gayet rahat.10 lira albüme veremiyorum evet ya da 25-30 liraya kitap alacak param yok benim.
Bu ülke bana benim ihtiyaçlarıma karşılık vermeksizin benden kültürlü ve entellektüel olmamı beklemesin. Anca bu şekilde karşılıyoruz kültürlenme ihtiyacımızı.
Öpüyorum yanaklarınızda korsancı abilerim.

Sinirlendim şimdi kendi kendime..
O zaman buyrun bu da Teoman'ın "insanlık halleri" adlı yeni albümünün linki.
Afiyet olsun gençler.

lololo yaparsın artık...

Yanlış otobüse binme nedeniyle Fatih'ten Yusufpaşa'ya doğru yürürken Vatan caddesi bölgesinde cam silen tinerci kılıklı bir çocuk yanımdan geçerken mememi elleyip kaçtı. Sonrada ne olduğunu anlamadan uzaklaştı.
Dikkat edin arkadaşlar, hayat kötü kolla götü diyorum sadece.

-don sorunsalı-

Erkek olsaydım tazmania canavarlı boxer giymezdim.

9 Nisan 2009 Perşembe

Metropol Hastalığı bunun adı.

Yazılarıma genelde ; "insanlar, aslında, öncelikle, bazen" kelimelerinle başlayasım geliyor, sonra siliyorum.
Neyse konumuz bu değil zaten.

"Tek başına dışarı çıkma" konusunda kararsızlığa düştüm aslında.Yani ben tek başıma dışarı çıkmayı sevdiğimi düşünürdüm kimi zaman. Seviyorum aslında hala ama bugün biraz farklıydı.Sinemadan çıkmıştım "ölümsüz anlar" adlı filmden. Gerçekten güzel bir filmdi. Bugün yalnız gitmiştim filme. Sorun değildi benim için. Ama filmden çıkıp istiklalde yürümeye başlayınca kötü oldum, başım döndü, midem bulandı, tansiyonum düştü. Kahvaltı etmeden sinemaya koşmuş olmamın etkisi vardır diye düşündüm ama zaten hafta içleri kahvaltı etmiyorum pek, farklıydı bu seferki. İnsanlar üstüme üstüme geliyorlardı, yürüyemiyordum. Durağa gittim 11 dk otobüs bekledim. Otobüs gelmişti.Kuyruğa önden kaynak yapmaya çalışan insanlara "huoop" diyecek halim bile yoktu. Otobüse binip oturduğumda sanki nefesim kesilmek üzereydi. Derin bir nefes alış-verişinden sonra kendime gelebildim.

Eve geldim ve düşündüm sonra; İstanbul beni yoruyordu. Hani dışarıdan İstanbul'a gelen birisi "öf çok kalabalık" dediğinde "biz alışkınız" deriz ya bilmiş bir edayla; nah alışkınız.
Resmen yıpranmışız, resmen sabırsızlaşmışız, artık daralıyoruz bunalıyoruz, birisine çatacak, kavga edecek yer arıyoruz.

Gidebilecek bir köyüm bir ninem falan olsaydı ayaklarım kıçıma çarpa çarpa koşarak giderdim emin olun.
Öyle bir yere gitsem heralde, huzurdan, sakinlikten dolayı jöle gibi dağılırdım, gevşerdim falan.

Hayaaat beni neden yoruyosuunn?
adlı ağızlara pelesenk şarkıyı siz İstanbul Gazileri'ne yolluyorum.

7 Nisan 2009 Salı

yaşasın film festivali

Festival 4 nisanda başladı ama benim izleyeceğim filmler bugünden itibaren başlamış bulunuyor.
Maşallah ne kadar çok sinemasever varmış dedim kalabalığı görünce.Gerçi bilet fiyatının etkisi büyüktür bu kalabalıkta ama olsun iyidir iyi.
İlk filmim "sessiz kaos"tu.Antonello Grimaldi imzalı bir italyan filmi, karısı ölen bir adamın kızına bakma ve onu koruma çabalarından bahsediyor.Şahsen beğendim,başka seansları varsa izlemenizi tavsiye ederim.

Akabininde ise Philippe Lioret imzalı
"hoş geldiniz" adlı filmi izledim. Filmin hikayesi güzel, çekimler, oyunculuklar başarılı. Zaten filmde birçok Türk oynuyor.Fakat filmdeki ayrıntılar beni bir Türk olarak çok sinirlendirdi. Hikayede 17 yaşındaki Bilal Irak'tan Fransaya göç etmişti. Filmde ona nereli olduğunu soranlara Irak ve akabinde Kürdistan diyordu.Kürdistan kelimesi tam iki defa geçti filmde.Daha sonra başka bir sahnede Türk askerlerinin onun kafasına poşet geçirip o şekilde 8 gün tuttuklarından bahsediyordu Bilal.
Fransız yapımı bir filmden beklenmeyecek mesajlar değildi zaten bunlar ama ne bileyim festivale konması bana gerçekten saçma geldi.Neyse öyle işte.

Yarından sonra da devam ediyor filmlerim. Sırasıyla;

~Cennetin yüreği =ayrıntılar için tıkla.
~Ölümsüz anlar =ayrıntılar için tıkla.
~Göl =ayrıntılar için tıkla.
~Fotoğraf yılları =ayrıntılar için tıkla.
~Kiraz çiçekleri =ayrıntılar için tıkla.

Festival tüm heyecanıyla sürüyor.
dın dın dın dın.

birki..birki...

Rejime başladım ha birde ev içi spora.Evde yapılan spor genelde fazla uzun sürmez derler ama başımda Volkan olacak sağolsun.Karın kaslarım hafiften ağrıyor hatta.
Zayıflamak ve istenilen vücuda kavuşmak için
öncelikle amacın sonra da planın olacak arkadaş.

Amaçlar:
-Mide küçültme
-Vücudu şekillendirme.


Plan:
-o meşhur 3 beyazdan uzak durulacak!
- asla aç kalınmayacak!
-büyük tatlı krizlerine küçük çözümler getirilecek!
-öğünler yarı yarıya küçültülecek.
- akşam 7den sonra asla yemek yenmeyecek!
-spor aksatılmayacak!
-dışarıda mümkün olduğunca çok yürünecek, toplu taşıma minimum düzeyde kullanılacak!

falan filan.
şaka maka yaz geliyor!!!
haydi kızlar spora!


kıl oldum abi.

Yeni alınan gözlük, saat, yüzük, ruj ve bilimum şeylerin "aa versene bende güzel durucak mı bakiyim" nidalarıyla hunharca alınıp kullanılmasına ifrit oluyorum.

5 Nisan 2009 Pazar

saygılar bizden efenim

Blog giriş resmimin boyutu 15inch monitörler için dizayn edilmiş olup, 17 inchlerde de fena durmamaktadır.
Bencilliğimi mazur görünüz, ay levye.


Çok çenem düştü amuagoyim..

Sadece aşırı samimiyet değil aşırı samimiyetsizlikte midemi bulandırıyor.
Denge uzuvlarını kaybetmiş insanlara kucak dolusu sevgiler.

4 Nisan 2009 Cumartesi

danger!

Anneniz ekseriyetle "başım ağrıyor" demeye başladıysa sıçtınız demektir.

nane-limon

İnsanın kendisini sağlıksız hissetmesi ne kötü şeydir. Bu sene çokça hissettim bu duyguyu maşallah.Şu an da hissetmekteyim maalesef.
En kötü yanı da bendeki duygusal yansımaları...aman allahım nasıl hassasım nasıl kaprisliyim... bir bunalımlar bir bohem. Arada kendime gelip "noluyo lan bana?" demiyor değilim. Uzatmıcam zaten bunlar ilgili bir yazım vardı al oda burda.
Bu mevsimde hasta mı olunur demeyin, tehlikeli bir mevsimdeyiz.

Havalar kötü, kolla popoyu.


Bu arada ben de lastfm yanlısıyım artık, olley!

neye dönüşüyoruz lan?

En sevdiğiniz kitapçının yerine dönerci açılması nasıl bir duygu bilir misiniz siz?
Ben bilirim, ben bilirim.

2 Nisan 2009 Perşembe

*

40 yaş üstündeki insanların "süper" tarzındaki kelimeleri kullanmaları çok ilginç geliyor bana.

1 Nisan 2009 Çarşamba

Dünya gerçekten küçük mü?...


...yoksa biz mi küçük görüyoruz onu?

Genelde birisiyle karşılaştığımızda kullanırız "dünya küçük" lafını. Şöyle hayatınıza uzaktan bir göz atın 10 dakika...evinizden, o küçük kutudan çıkıp diğer bir kutuya okula gidiyorsunuz, size öğretilmesi gereken şeyi dinleyip, öğreniyor veya öğrenmiyorsunuz, ordan çıkıp tekerlekli ya da raylı sistemli bir kutuya binip yine o küçük kutuya dönüyorsunuz, bazen değişiklik yapıp başkalarıyla müzikli kutulara gidip oralarda boş zaman geçiriyorsunuz, sonra yine tekerlekli kutulara binip yine o küçük kutuya dönüyorsunuz.
Küçük kutunun içindeki daha da küçük kutuya; odanıza gidiyorsunuz, karşısınızda minik ışıklı kutularla, onlarla birşeyler yapıyorsunuz saatlerce, ya da diğer kutunun karşısında saatlerce bir şeyler izliyorsunuz. Ertesi gün, içinde öğretmenlerin ya da patronların olduğu o büyük kutuya yetişmek için minik bir kutuyu ayarlıyorsunuz.
Huzur içinde uykuya dalıp küçük dünyanızın büyük düşlerinizi görüyorsunuz.

Dünya mı gerçekten küçük yoksa sizin dünyanız mı küçük?
Bir daha düşünün.